31 Ocak 2012 Salı

KİM DAHA KÖTÜ

İlim sahibi, yani din bilgilerini öğrenen kimse, ya sonsuz saadete kavuşur, yahut nihayetsiz felakete düçar olur. Resulullah efendimiz, Kâbe’yi tavaf ediyorken, “Hangi insan daha kötüdür?” diye soruldu. “Kötü olanı sorma! İyi olanları sor. Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür“ buyurdu. İsa aleyhisselam, “Kötü âlimler, su yolunu kapayan kaya gibidir. Su, kayadan sızıp geçemez. Akmasına da mani olur” buyurudu. Fudayl bin Iyad hazretleri buyurdu ki: “Bir âlimin dünyanın oyuncağı olduğunu gördüğüm zaman, kendisine acır ve ağlarım. Bir âlim veya sûfî hakkında, ‘Nafakası falanca tüccara ait olmak üzere hacca gitti’ denilmesi ne kadar acıdır.” Yahya bin Muaz hazretleri de: “Bir âlim, dünyalık peşinde koştuğu zaman kıymet ve şerefini kaybetmiştir.” buyururdu. Hasan-ı Basrî de şöyle buyurdu: “Âlimlerin azabı, kalblerinin ölmesi iledir. Kalblerinin ölümüne sebeb ise, uhrevî amellerle dünyevî menfaatler elde etmeye çalışmaktır. Böylece onlar, dünya adamlarının yakınlığını kazanmış olurlar.” Hazreti Ömer buyuruyor ki: “Siz bir âlimin dünyayı sevdiğine şahit olursanız, dini hakkında onu itham ediniz. Çünkü sevenlerin hepsi, neyi seviyorsa onun yolunu tutmuştur.” Hadis-i şerifte, “Âlimler devlet adamlarına karışmadıkça ve dünyalık toplamak peşinde olmadıkça, Peygamberlerin eminleridir. Dünyalık toplamaya başlayınca ve devlet adamlarının arasına karışınca, bu emanete hıyanet etmiş olurlar“ buyuruldu. İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: “Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur’an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayan yanlıştır.”

İNSANIN 4 MEVSİMİ

Alim olduğunda şüphe duyulmayan bir adam çocuklarına hayat boyu sürecek bir ders vermek istiyordu. Oğullarının öncelikle insanlar ve hayatta hemen her konuda çabuk hüküm ve karar vermenin yanlışlığını öğretmek istiyordu. Bir gün dört oğlunu yanına çağırdı. En büyük oğluna, memleket dışına kış mevsiminde çıkıp bir mango ağacını görüp incelemesini istedi. Daha küçük oğluna bahar mevsiminde yolculuğa çıkıp bir mango ağacını görüp incelemesini istedi. Üçüncü sırdaki büyük oğluna da yaz mevsiminde yola çıkıp göreceği mango ağacını iyice incelemesini istedi. Oğullarının en küçüğüne ise sonbaharda yolculuğa çıkıp göreceği mango ağacını incelemesini söyledi. Mevsimler geldi geçti ve bütün oğulları yolculuklarını tamamladılar. Büyük alim baba bütün çocuklarını yanına çağırdı ve: - Haydi, şimdi de görüp incelediğiniz mango ağacının özelliklerini bana anlatın, dedi. Kışın yolculuğa çıkan en büyük oğlu: - Baba, ağaç sanki yanmış, kuru bir kütük gibiydi. Ondan daha küçük olan, bahar mevsiminde yolculuğa çıkan oğul söze başladı ve: -Ağabeyim dediği yanlış, ağacın yemyeşil yaprakları her tarafını sarmıştı, dedi. Üçüncü sıradaki oğul ise ağabeylerine itiraz ederek, - Sizin söylediğiniz gibi değildi, dedi, ağaç gül gibi güzel çiçeklerle donanmıştı. Sıra en küçüğüne gelmişti, o bütün ağabeylerine itiraz etti ve: - Siz hepiniz ne gördünüz bilmiyorsunuz, ağacın meyveleri vardı, ben tattım, tadı armudun tadına benziyordu, ağaçta armut ağacına benziyordu, dedi. Şimdi konuşma sırası bilge babaya gelmişti. Bilge baba konuşmaya başladı ve şöyle dedi: -Oğullarım, aslında hepiniz doğru söylüyorsunuz. Çünkü ağacı ayrı mevsimlerde gördünüz. İşte size hayat boyu aklınızda bulunması için öğüdümü vermek istiyorum: İnsanların hal ve tutum ve davranışları hakkında hüküm verirken, o insanların her mevsimini, her yönünü bilip bilmediğinizden iyice emin olduktan sonra karar verin..!

30 Ocak 2012 Pazartesi

HİÇ KİMSE KENDİNİ VAZGEÇİLMEZ SANMASIN...

HİÇ KİMSE KENDİSİNİ VAZGEÇİLMEZ SANMASIN Bir gün bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikayetçi olan bir hasta gelmiş. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söylemiş. Doktor: "Bu işleri başka biri yapamaz mı? Başkası size yardımcı olamaz mı?" diye sormuş. Adam, "Onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor!" diye cevap vermiş. Doktor, "Sana bir Reçete vereceğim. Bu Reçeteyi aynen tatbik etmen lazım! Diyerek, yazıp eline vermiş.Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmış. Reçetede; "Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin!" Yazıyormuş. Hasta adam; "Yürüyüşü anladık ama; neden mezarlık?" diye sormuş. Doktor: "Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan İnsanlarla doludur. Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkan olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin," demiş. Evet, bulundukları noktada kendilerini vazgeçilmez gören; Halbuki orada, Problem çözmek yerine problemin bir parçası olduğunun parkına varmayan insanlar için de, doktorun reçetesi geçerli değil mi? Aslında, kendini bu hasta adam gibi gördüğü sürece, Herkes için geçerli bir reçete.. Hiçbirşey için “BENİMDİR” deme, sadece de ki;“YANIMDADIR” Çünkü ne altın, ne toprak, ne sevgili, ne hayat, ne ölüm, ne huzur, ne de keder.. DAİMA SENİNLE KALMAZ... Hayat, insanın karşısına tahmin bile edemeyeceği sürprizler çıkarıyor. "Olmaz, yapamam" dediklerimizi yapıyoruz. "Bu benim başıma gelmez" dediklerimiz, başımıza geliyor. Büyük büyük söylediğimiz laflarımızı yutuyoruz. Hayat bizi yavaş yavaş törpülüyor. Sivriliklerimiz kalmıyor… Bu güne kadar öğrenmek istediğimiz, yapmak istediğimiz her şeyi denedik ve yaptık. Bana bunun bir kaabiliyet olduğunu söylediler. Hayır, denemeden hiçbir şeye YAPAMAM demedik. Bugüne kadar.... Bu benim başıma gelmez demedik, hayret hayat bizi şaşırtmadı. Afetmeyi öğrendik. Törpüyü kendimiz kullandık. Çok şükür kimse bizi törpülemedi Çünkü yumuşak başlıyız İnandıklarımızda inatçıyız. Vermek vermek vermek Hep eksiliyoruz sandık Ama şimdi... Okuduklarımızla ne kadar güçlendiğimizi gördük. Başkalarını kandıramayacağımızı, sadece kendimizi kandırdığımızı öğreniyoruz. Kendimizle yüzleşiyoruz Hatalarımızı keşfediyoruz Bilinç tazeliyor, bilinç yeniliyoruz Aynı kararda asla kalmıyoruz… Belki geç oluyor, ama sonuçta oluyor.... Yaralar sarılıyor Sarılmayan yara kalmıyor Kimilerinin izi kalsa da… Başımıza gelen her ne ise .......... Sevip terk edilmek de olsa Kavuşamamak da olsa Ayrılmak da olsa… Hepsinin bizim için hayırlı olduğunu anlıyoruz. Kaderimizi yazanın sadece bizim için “hayır” dilediğini biliyoruz O’na güveniyoruz, İşte o zaman hiç yanılmıyoruz. Mutsuz da olmuyoruz… Başımıza gelen her ne ise.......... Vaki olan her ne ise.... İnandık, iman ettik. Huzuru bulduk sonunda... Her yeni gün yepyeni şeyler getiriyor. Her yeni günde sonlar yaşanırken, ilkler de yaşanıyor. Bitişler yaşanırken, başlangıçlar da yaşanıyor. Her yeni gün yeni hasatlar yapılırken Yeni tohumlar da ekiliyor. Tıpkı ölümle doğum gibi… Aşık olduğumuzu zannettiklerimize, gerçekten aşık olmadığımızı Dostlukların aşk kadar önemli olduğunu anlıyoruz. Olmazlar için döktüğümüz gözyaşlarına üzülüyoruz Vaktiyle kızdığımız şeylere gülüyoruz. “Boş yere kızmışım hiç değmezmiş” diyoruz Nefretler yok oluyor, İlk evvela kendimizle barışıyoruz Kendi ile barışık olanın, dünya ile barışık olduğunu öğreniyoruz. Taşkınlıklar duruluyor. Duruluyoruz… Hayatın sürprizleri hiç bitmiyor. Harika bir duygu kapımızı çalıyor. Gönlümüze buyur ediyoruz. Her şey bitti dediğimiz anda yepyeni kapılar açılıyor. Yepyeni insanlarla tanışılıyor, Yepyeni fırsatlar karşımıza çıkıyor, Her gelen gün yepyeni bir gün, Bir öncekine hiç benzemiyor… Ve biz artık bunu..... biliyoruz Balık Tutmak Artık Çok Kolay!

SORU-CEVAP

Sual: Cep telefonuyla müzik de dinleniyorsa, TV’de haber ve dizi seyrediliyorsa, yine çalgı çalan alet hükmüne girer mi? Cep telefonunu sırf konuşmak için kullananın ve TV’de sadece haber ve dizi seyredenin, bu kullanış maksadı, hükmü değiştirir mi? Yani bunların bulunduğu odada kılınan namaz mekruh olur mu? CEVAP Elbette mekruh olur. Çünkü S. Ebediyye’de, (Çalgı da dinlenen ve bakması haram olan resimlerine de bakılan şeyler, çalgı aleti gibidir) deniyor. Kapalı da olsa, çalgı çalmasa da, yine o odada namaz kılmak mekruh olur. İçki, kumar, çalgı aleti bulunan mahalde namaz kılmanın mekruh olduğu, buraya rahmet meleklerinin girmeyeceği ve burada yapılan duanın kabul olmayacağı Tergib-üs-salât ve Nisab-ül-ahbâr’da bildirildiği S. Ebediyye’de yazılıdır. Bir odada herhangi bir çalgı aleti bulunsa, çalınmasa da, o odada namaz kılmak mekruh olduğu gibi, TV kapalı da olsa, orada namaz kılmak mekruh olur. İçki içilmese de, içki bulunan odada namaz kılmak da mekruhtur. Bilgisayarda günah da işleniyorsa, mesela ara sıra açık kadınlara da bakılıyorsa veya müzik çalınıyorsa, o odada namaz kılmak mekruh olur. Namazı mekruh etmesi için TV’de hep açık kadın bulunması ve hep çalgı çalınması şart değildir. Ara sıra açık kadın gösterilse de, ara sıra müzik çalınsa da, çalgı aleti hükmündedir. S. Ebediyye’de (Çalgı da dinlenen) ifadesi geçiyor. (Hep çalgı çalan) denmiyor. Çalgı aleti olarak TV’yi kullanmasak da, TV yine çalgı aleti hükmündedir. Çünkü TV’de çalgı da çalınıyor. Günümüzde çalgı çalınmayan ve açık kadın gösterilmeyen TV de yoktur. Her iki yönden, TV bulunan odada namaz kılmak mekruh olur. Cep telefonunda çalgı da çalınıyorsa, internete girilip günah işleniyorsa, o da çalgı aleti gibidir. Telefon zilinin bile melodili olması mekruhtur. Hele çalgı dinleniyorsa, o odada namaz kılmak mekruh olur. Namaza mani olan işte hayır yoktur
 Namaz, dinin direği, müminin miracıdır,
Hasta olan kalblerin, şifalı ilâcıdır.
 Namaz, korur insanı, çirkin, kötü işlerden,
Frenler sahibini, yanlışa gidişlerden.
 Kararmış gönüllere, namaz nurlu ışıktır,
Namazı doğru kılan, Allah'a da âşıktır.
 Namaz kılanın ancak, kirli kalbi pak olur,
Mahşerde bir ay gibi, onun yüzü ak olur.
 Mahşer günü sıcakta, güneşe bir gölgedir,
Kurtuluş için ferman, en geçerli belgedir.
 Namaz, Müslümanları, birbirlerine bağlar,
 Küskünü barıştırır, nice dostluklar sağlar.
 Haramlardan kaçanın, gider kötü emeli,
Namazla değer bulur, diğer bütün ameli.

 Namaza mani olan işte bir hayır yoktur,
 Ehl-i sünnet olana, müjdeler gayet çoktur.
 Namazı kılan bulur, huzuru ve rahatı,
Bir şimşek çakar gibi, uçup gider Sırat’ı.
 Namazı doğru kılan, kavuşur çok nimete,
 Hiç sıkıntı çekmeden, doğru girer Cennete.
 Namaz kılan, kurtarır yıkılmaktan dinini,
Hoca, namaz kılmayan, nâra atar kendini.
 DİNİMİZ İSLAM.COM

29 Ocak 2012 Pazar

HAYATA DAİR....

HAYATA DAİR... Yapmak istedigin şeylere başlama zamanın geldi... Kendin için koyduğun hedefler ne olursa olsun, onlara ulaşmak için adım atmakta çok geç kalmadın... Şu an, harekete geçmenin tam zamanı... Öyleyse ileri doğru ilk adımı at... En kıymetli isteklerine doğru yol alırken kendine güçlü bir ivme kazandırmaya başla... Yarına bıraktığın işler, hiçbir değeri olmayan bahaneleri de beraberinde getirir... Kendin için büyük sonuçlar üret... Şimdi, o sonuçlara ulaşmak için işe başla... Peki ya işini yarına bırakırsan... İşte o zaman oturup kendi kendine şöyle söylemeye devam edersin: “-Dünya nasıl da beni ıskalayarak geçip gidiyor?..” Gerçekten hangisini istersin?... Bugünü; sorumlulukla, aşkla, sevgiyle, tecrübeyle, hayatla doldur... Bugün senin için çok önemli, dolu dolu bir gün... Her anını değerlendir... (...Ralph Marston)

28 Ocak 2012 Cumartesi

HAŞA ZULMETMEZ KULUNA HÜDASI.....

Hepimiz biliyoruz; imanın şartlarından biri de “kaza ve kadere” imandır. İyi kötü, hayır ve şer, başa gelen her şeyin Allah’tan olduğuna inanmaktır. İyiliği de kötülüğü de veren Allahü teâlâdır. Fakat, bunları boşuna göndermiyor, bir sebeple veriyor. Bunun için, insanın başına bir iş gelmişse, sıkıntı, bela eksik olmuyorsa, bunun tahlilini, olayların muhasebesini iyi yapması gerekir. Çoğu zaman da sıkıntılar bir ikazdır; insanın yaptığı yanlışlardan, gafletten vazgeçip kendini toparlaması için fırsattır. Ayet-i kerimede, “Ey insan, sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsanı olarak, nimeti olarak gelmekte; her dert ve belâ da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir. Hepsini yaratan gönderen Allahü teâlâdır.” (Nisa 79) buyurulmaktadır. Bir milletin başına ne gelmişse işte bu gaflet yüzünden gelmiştir. Gaflette olan kimselerin, nerede ne yapacaklarını, kendine ve başkalarına nasıl bir zarar vereceğini tahmin etmek zordur. GAFLETİN ZARARLARI Hadis âlimlerinin meşhurlarından Abdullah Ömerî hazretlerine sordular: “Sık sık gaflette bulunmamamızı bildiriyorsunuz. Gafletin zararı nedir?” Bu soruya şöyle cevap verdi: “İnsanoğlu gaflete dalar ise, Allahü teâlânın emirlerini yapmaz ve yasakladığı şeyleri yapmaya başlar. İçinde bulunduğu rahatı bozmak istemez. Bunun için, iyiliği emredip, kötülüklerden alıkoyma vazifesini terk eder. Bu da zarar olarak ona yeter!” Abdullah Ömerî hazretlerine yine sordular: “Biz sıkıntılardan kurtulmak için devamlı dua ediyoruz, fakat dualarımız kabul olmuyor. Bunun sebebi nedir?” Bu soru üzerine şu hadis-i şerifi nakleder: “Allahü teâlâya yalvarıp dua etmeden önce, mârûfu, yâni Allahü teâlânın emirlerini emredip, münkerden, yani Cenâb-ı Hakk’ın yasakladığı şeylerden menediniz! İyilikleri yayıp kötülükleri uzaklaştırınız! Bunu yapmadığınız müddetçe dualarınızın kabul olmasını beklemeyin. Yahûdi âlimleri ve Hristiyan din adamları, iyilikleri yayıp kötülükleri uzaklaştırmadıkları için, Allahü teâlâ onları, kendi peygamberlerinin lisânı üzere lânetleyip, umumî bir belâ vermiştir.” SIKINTILARIN SEBEBİ... Sıkıntıların bir sebebi de sevgide ölçüyü kaçırmaktır. Dinimize göre her sevginin bir yeri vardır. Belli bir sırası vardır. Bu sıralar karıştırılır, birinin yerini diğeri alırsa dengeler değişir; belayı kendimiz çağırmış oluruz. Nitekim ayet-i kerimede Allahü teâlâ, bu durumu açıkca şöyle ifade buyuruyor: “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler, size Allah’tan, Resûlünden daha sevgili ise, artık Allah’ın emrini, gazabını bekleyin. Allah fâsıklar topluluğunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24) İnsanoğlu iyi kötü ne yapıyorsa kendine yapıyor aslında. Çünkü dünyada veya ahirette bu yaptıklarının mutlaka karşılığını görüyor. Yine ayet-i kerimede, “Size gelen belâ, musibet, kabahatlerinizin, günahlarınızın cezasıdır. Bununla beraber Allahü teâlâ, birçoğunu da affedip musibete maruz bırakmaz.” (Şura 30) buyurulmaktadır. Allahü teala, insanların dünyada ve ahirette rahat ve huzur içinde yaşamaları için İslamiyeti gönderdi. Kim dinin bildirdiklerine uyar, hayatını buna göre tanzim ederse, başkasına değil önce kendine iyilik etmiş olur. İslamiyete inanmasa bile kim bunlara uyarsa dünyada rahat eder. İnanan ahirette de rahat eder. Bugün bazı Batılı milletlerin rahat huzur içinde yaşamaları bilmeden de olsa İslamiyetin emirlerine uymalarındandır. Dürüstlük, insan haklarına saygı, çalışkanlık... dinimizin emrettiği hususlardır. Netice olarak başa gelen her şeye sebep, insanın kendisidir. Kimse başka suçlu aramasın. Kur’an-ı kerimde, “Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azaba, acılara sürükleyen bozuk düşünceleri, çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ve işkence ediyorlar.” (Nahl 34) buyurulmaktadır. Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdası/Herkesin çektiği kendi cezası...

27 Ocak 2012 Cuma

GİDECEĞİNİZ NEHRİ İYİ SEÇİN

* Dünya, ahiretin ufacık bir misali. Burada mescitlere, camilere gidenler, orada hakikisine gidecekler. Burada, kötü yerlere gidenler, orada kötü yerlere gidecekler. Bu, dünyadan ahirete akan iki nehir gibidir. Bir tanesi Cennete gidiyor, bir tanesi Cehenneme gidiyor. Herkes, bu nehrin birinde mutlaka gider, ama yavaş gider, ama, çabuk gider! Fakat, kendisinin bulunduğu nehir, onu bir yere götürür. İnsanın kendisi gidemez tabi, ama, bir yere de, gitmesi lazım. Bu yüzden, gideceğiniz nehri iyi seçin. * Mühim olan, sonsuz beraber olmaktır. Bu dünyada, ne kadar uzun yaşarsan yaşa, yine ayrılık var. Ama ahirette sonsuz beraberlik var. Büyükleri seven, orada onlarla beraber olacaktır. * Kalbi yanan, seni de, kendini de kurtarır. Kalbi yanmayan seni de, yakar. * Dünya iş yeridir. Ahiret ücret yeridir. * Bu dünyada ölmeden olmak yoktur. Zahmetsiz, çalışmadan, bir şeye kavuşacağını zanneden ahmaktır. * Hz. Ali buyurdu ki: (Dünya nimetlerini inceledim, en iyisinin sağlık, en büyük sıkıntının da, borçlu olmak olduğunu anladım.) * Büyüklerden, evliyalardan yardım her zaman değil, her çare bitip tükendiğinde istenir. * Abdullah ibni Mübarek hazretleri, 4000 Hadis-i şeriften4 düstur seçmiş: 1- Devamlı bir günah işleyen bir kadına güvenme, yani dikkatli ol, 2- Mala aldanma, 3- Karnını tok tutma, 4- Amel edeceğin kadar ilim öğren, yani lüzumsuz bilgi peşinde koşma. * Yukarıda olan mahrum kalır. Yukarıda değil aşağıda olmak lazım. Yani kibirlenmek yok, tevazu sahibi olmak var. * Büyüklerin kitaplarını okumak çok önemlidir, bir saat kitap okumak, onlarla yarım saat sohbet etmek gibidir. * Bu dünyada imrenilecek iki insan vardır: Ya âlim, ilmiyle cehaletle savaşır, ya da zengin, çok parası var, fakirlikle savaşır. * Hayırlı insan, hayra vesile olur. Bir insanın hayırlı mı, şerli mi, olduğu icraatından belli olur. * Ne zaman, bir Müslüman kardeşinizi görseniz, belki de, benim kurtuluşum bu mücahidin duasındadır, diye ondan dua isteyin. * Evladına haram işletmek, haram işlemesine sebep olmak, kendi eliyle onu ateşe atmak demektir. * Kurda kuşa faydalı olmalı. Hiç kızmamalı. Peygamber efendimiz, İslamiyet’i ilk yaymaya başladığı zaman, hiç kimse Müslüman değildi. Sonra yavaş yavaş, Hazret-i Ebu Bekirler, Hazret-i Ömerler meydana geldi. Sanki o zamanda yaşıyormuş gibi inanıp, o şekilde yola çıkılırsa, herkes hayranlık duyar. Herkes, Allah’ın kulu. Herkesin iyiliğe ihtiyacı var. Herkesin güzel söze ihtiyacı var. Herkesin nasihate ihtiyacı var

BEKARLIK SULTANLIKSA EVLİLİK İMPARATORLUKTUR.....



Günümüzde, pazarda domates seçerken bile hassasiyet gösteren gençler, eş seçiminde aynı hassasiyeti göstermiyor genellikle. Bu sebeple “Kadıköy’de evlenip Karaköy’de boşananlar” çok... 4 yıl flört ettiği kişiyle evlenip 4 ay geçinemeden soluğu mahkemede alarak “şiddetli geçimsizlik”ten boşananların sayıları her gün artıyor. Bunun için evlilik muhabbetine akıl da katılmalıdır.

YUVAYI YAPAN DİŞİ KUŞTUR
Ana-babanın tavsiyelerine, çevredeki aklı başında kimselerin sözlerine de kulak verilmelidir. Bir de günümüzde “diploma evliliği” çok oluyor. Bu tür evlilikler ya yürümüyor ya da “mecburen, mecburiyetten” yürütülmeye çalışılıyor. Türkiye’de ayıp olmasın diye mecburen yürütülen evliliklerin sayısı tahmin edilenden çok fazla!
Yuvayı yapan dişi kuştur. Evlilikte hanımefendiler “yuva yıkıcı” değil, “yuva yapıcı” özelliklerini unutmamalılar. Anahtar kelime “fedakârlık.” Anahtar cümleyse şu: “Küçük şeylerle mutlu olmasını öğren ve silgini büyük tut!” Aranan kişi ol ki, aradığını bulasın. Tek başınayken mutlu olabilen kişinin mutluluğu evlendiğinde paylaştıkça artar.
Deneme yanılma yolu ile huzurlu bir evliliğin prensiplerini tespit eden Laura Doyle’un “mutlu evlilik reçetesi”nde “kadının eşine boyun eğmesi” tavsiyesi de bulunuyor. Sitesinde mutlu evlilik reçetesini açıklayan Doyle, kadınlara diyor ki:
“Çalışma hayatında patronluk taslayabilirsiniz. Fakat evin kapısından içeri girdiğinizde kadınlığınızı hatırlayın ve erkeksi tavırlardan vazgeçin!” Doyle’a göre kadın olmak, “konuşmadan önce iki kere düşünmek; erkeği şoförlüğü, giyimi, yemek tarzı ve zevki konusunda tenkit etmemek; onu olduğu gibi kabul etmek. Otoyolda yanlış yola saptığı veya palyaço gibi giyindiği zaman bile karışmamak...” Doyle, “Yolda kaybedeceğiniz 20 dakika, mutlu bir 20 yıllık evliliğin yanında hiçtir” diyor. Mutsuz çiftlere telefonda danışmanlık hizmeti veren, ülkenin dört bir yanında seminerler düzenleyen Doyle’un bu tavsiyelerini normal olarak feministler müthiş öfkeyle karşılıyor, Doyle’u evlilik konusunda geri kafalılıkla suçluyorlar.
“Sevda masalı” “Biz evleniyoruz” türünden programlar sadece reyting amaçlı... Bir kere bu konuda kimse kimseyi aldatmasın. Bu programların en faydalı tarafı, aklı başında evlilere eşlerinin kıymetini bilmeyi veya fark etmeyi öğretmesi... Seyredenler genellikle şu itirafta bulunuyorlar: “Çok şükür son derece mantıklı ve doğal yollarla yapmışız eş seçimimizi! Böyle maskaralıklara düşmemişiz!” Bu tür evliliklere “vitrin evliliği” demek lâzım. Vitrinde sergilenen şeyler ne kadar kalıcıysa, böyle evlilikler de o kadar kalıcı olur.

EKRANLAR GENÇLERİ ETKİLİYOR!
Şöyle bir problem de var: Günümüz gençlerinin önemli bir kısmının depresif, intihar düşünen, halinden şikâyetçi, problemli, mutsuz, huzursuz, bunalımlı, psikolojik bakımdan dengesiz olmalarının sorumlusu biraz da bu tür programlar... Çünkü özendirici oluyor; ekranda seyrettiğini gerçek hayatta denemeye kalkan bir genç, hiç beklemediği tepkilerle karşılaşınca depresyona giriyor, saldırgan tutumlar sergiliyor. Dikkat ederseniz söz konusu programlarda genellikle tartışmalar, atışmalar, kapışmalar, kıskançlıklar, agresif özellikler konu ediliyor ve reyting yapıyor.
İnsan, kalbine karşılık bir kalbin bulunmasını fıtraten ister. Evlilik insanı hamlıktan çıkarıp pişiren, mayalayıp şekillendiren, derli toplu hale getiren bir kurumdur. Evlendiği halde dağıtan, kendini iyice salıverenlerin mutlaka başka problemleri vardır. Bekârlık sultanlıksa, evlilik imparatorluktur. Evlilik bir holdingin veya imparatorluğun ilk adımıdır. ABD’de 1950’li yıllarda boşanma oranı %15’ti, şimdi ise %55’leri geçmiş durumda... ABD yönetimi üniversiteleri aile kurumunu ve evliliği yaygınlaştırmak için devamlı yönlendiriyor. Çünkü evlilik dışı faaliyetler tarihte birçok süper gücü bitirmiş, tarih sahnesinden silmiştir. (Genç Beyin Ekibi)

BAŞKALAŞMIŞ KADINLAR



BAŞKALAŞMIŞ KADINLAR

Çalışan,iş hayatına alışmış kadının kocasına ve çocuklarına sağladığı destek sınırlı kalmakta ve aile içindeki rolünü tam yerine getirememektedir.Bunun içinde genelde ailede uyumsuzluk olmakta ve istenilen huzur sağlanamamaktadır.TV sunucusu ve artist Selin Dilmen başkalaşmış kadınlar başlıklı yazısında bu konuyu şöyle dile getirmektedir.

Adettir,kadınlar bir araya geldikleri zaman erkeklerden bahsederler.Ya da en yalnız en gizli düşüncelerinde erkekler olur.

Konuşmalarda hep erkeklerin olumsuz yanları dökülür ortaya.Gözlerinin dışarıda olduğundan,futbola yada eğlenceye düşkünlüklerinden hatta sorumsuzluklarından dem vurulur.

Kadınlar,eğer kendi erkekleri hakkında bu gerçekleri itiraf edebilecek kadar samimi değillerse de en azından başka hemcinslerinin başına gelen tatsızlıkları konu ederler.

Ben iki defa evlendim.

Bu tip sohbetleri fazla olmasa da yaptım.Ve bir daha evlenmemeye kesin olarak karar verdim.Bunun bir sebebi var.
İlkin erkekler hakikaten kadınlardan farklı yaratılmışlar.Değişmeleri ve kadınların olmalarını istediği gibi olmaları mümkün değil.
Bir süre önce düşünmeye başladım.Erkeklerin bu olumsuz yanları bir tesadüf mü diye.Kendi evliliklerimi saymayalım ve bütün hatanın bende olduğunu farzedelim.İyide otuzbir yaşındayım ve bu güne kadar çalışan eşler arasında yüzde yüz mutlu giden bir tek evliliğe bile rastlamadım

Bir yerde bir hata var

Daha doğrusu mutlu bir evlilik hayatına yaklaşmanın bir tek yolu var.Kadının kadınlığını erkeğin erkekliğini bilmesi.
Kadının kadınlığını bilmesi ne demek?
Erkekten sonra ve onun omurga kemiğinden ona eşlik etmek için yaratıldığını bilmesi demek.Yani önce erkek sonra ben cümlesini inanarak kabul etmek.Bu bağlamda erkekten gelecek her türlü sıkıntı vereci tepkiye olumlu bir ifade ile boyun eğmek.

Bunun karşılığında ufak tefek kaprisler yapmak ve bununla avunmak…..Böyle yapabiliyorsanız,hayatınızı fazla sorgulamıyorsanız,kısacası haddinizi biliyorsanız bir ömür boyu eşinizle evli kalabilirsiniz.Ve bu benim gözümde ciddi bir başarı elde etmiş olmak demek.
Bana ve benim gibi kadınlara gelince…
Bizler başkalaşmış kadınlarız.Kadın olma özelliklerinden pek çok şeyi yitirmişiz.Haddimizi aşalı ve sorgulamaya başlayalı çok olmuş.Geri dönmek imkansız.


Bizlerden iyi eş olmaz.
Bizler ilk bakışta hoş görünen ama sonrasında erkeği kızdıran ve sıkan tipleriz.
Aldığımız eğitimle üzerimize giydiğimiz pantolonla ,iş hayatında boğuşarak ve para kazanmaya başlayarak beklide erkekleşmeye başlamışız.

Giderek hayattan daha az beklentimiz kalmış.Anneliğimiz bile babalık ruhunda..Kısacası bizlerden iyi eş olmaz.(27.10.1999 türkiye)


İnsan hayatında yaşam tarzı alışkanlıklarının önemi çok büyüktür.Örneğin onbeş sene okul okumuş sonra bir işe girmiş üç beş sene de böyle iş hayatı olmuş bir kadın kendi isteği ile de olsa çocukları ile evi ile ilgilenmek için evine çekildiğinde ,bir müddet sonra ruhi dengesi bozuluyor.Çocuklarını himaye edeceği yerde kendisi himayeye muhtaç hale geliyor.Psikiyatrislere abone olmak zorunda kalıyor.Yaşanan tecrübeler bunu açıkça gösteriyor.


Bunun için evlenecek erkek Huzurlu bir aile için sadece kendisi,çocukları ve evi ile ilgilenecek ev hanımı istiyorsa baştan tercihini buna göre yapmak zorundadır.Çünkü sosyal yaşantının zorla değişimi mümkün değildir.Zorlamalar er geç ters tepki gösterir.Depresyona sebep olur.

ALLAHÜTEALADAN DÜNYAYA VEYA AHİRETE AİT BİR İSTEĞİ OLAN

Allahü teâlâdan dünyaya veya âhirete ait bir isteği olan, gece gusledip veya abdest alıp, iki rekât namaz kılsa, her rekâtında bir Fatiha ve üç kere İhlâs okusa, selamdan sonra başını secdeye koyup, (Yâ Rabbi, benim isteğimi Ebu Bekr-i Sıddık hürmetine yerine getir) diye dua etse, Allahü teâlâ, Ebu Bekr-i Sıddık hürmetine isteğini verir. (Menakıb-i çihar yar-i güzin)

ALINMAN SANA ZARAR

İnanılmaz bir “aralık” fark ettim hayatın duvarında ve oradan bakınca şunu gördüm: Zaman zaman düştüğüm kuyulardan birinin kapağı, meğer “benim” elimde! Ve yine fark ettim ki; bu yüzden kaç hayat zehir oluyor, nice ömürlerin büyük kısmı boşa geçiyor, çoğu hastalık ve depresyonlar belki de işte tam bu noktadan başlıyor...
Alınganlıktan bahsediyorum bugün.
Evet, alınabilecek binlerce şey olduğunu; fakat yine de alınmamamız gerektiğini hatırlatmaya çalışıyorum.
*
Hani köpek koşar ve kuyruğu arkasından savrulur ya... Bazı insanların da konuşmaları, hareketleri önden gider, kendileri kendi sözlerinin, hareketlerinin arkasından savrulur!
Bazıları önce düşünür sonra söyler, bazıları önce söyler/yapar sonra düşünür!
Şimdi sen buna alınsan; kime ceza vereceksin?
Günlerce, haftalarca dertlenip karalar bağlasan, kime edeceksin kendinden başka? Yani olan yine sana olacak!
Bir boşboğazın salakça ettiği söz, bir görgüsüzün ahmakça yaptığı hareket bu kadar değerli mi ki; kendi günlerini, aylarını, sahibinin çoktaan unuttuğu bir söz veya yapanın asla hatırlamayacağı bir hareket için feda ediyorsun?..
Bu şuna benziyor ki; kırmızı ışıkta arabana yaklaşan köpek bacağını kaldırdığı için, lastiğini çıkartıp çöpe atıyorsun!..
Kim ki o?.. Yahu senin gitmen/ulaşman gereken mesafeler vaaar; durmanın zamanı mı?
Hoşt de, kovala köpeği ve yoluna devam et. En kötü ihtimalle ilk bulduğun çeşmede lastiğe hortum tutarsın...
*
Çamurlu bir kuyu var önünde, hem de leş kokulu; hadi ört kapağını... Asit ve çamur karışımı bir yağmur iniyor tepeden; hadi gir evine, çekil bir saçak altına, hadi aç şemsiyeni...
Yağmuru önleyemiyorsan, ıslanmamanın yolunu bul!..
Çünkü bulut umursamayacak seni... Ya ıslanırsan? Kururken seni beklemek zorunda kalan, yine kendin olacaksın!

18 Ocak 2012 Çarşamba

ÖĞRENDİM Kİ....

ÖĞRENDİM Kİ...

Öğrendim ki…Güveni geliştirmek yıllar alıyor, yıkmak bir dakika.

Öğrendim ki…Hayatında nelere sahip olduğun değil kiminle olduğun önemli.

Öğrendim ki… Sevimlilik yaparak 15 dakika kazanmak mümkün, ama sonrası için bir şeyler bilmek gerek.

Öğrendim ki… Kendini en iyilerle kıyaslamak değil, kendi en iyinle kıyaslamak sonuç getirir.

Öğrendim ki… İnsanların basına ne geldiği değil, o durumda ne yaptıkları önemli.

Öğrendim ki… Ne kadar küçük dilimlersen dilimle her işin iki yüzü var.

Öğrendim ki… Olmak istediğim insan olabilmem çok vakit alıyor.

Öğrendim ki… Karşılık vermek, düşünmekten çok daha basit.

Öğrendim ki… Bütün sevdiklerinle iyi ayrılman gerek, hangisi son görüşme olacak bilemiyorsun.

Öğrendim ki…”Bittim” dediğin andan itibaren pilinin bitmesine daha çok var.

Öğrendim ki… Sen tepkilerini kontrol edemezsen, tepkilerin hayatını kontrol eder.

Öğrendim ki… Kahraman dediğimiz insanlar bir şey yapılması gerektiğinde, yapılması gerekeni şartlar ne olursa olsun yapanlar.

Öğrendim ki… Affetmeyi öğrenmek deneyerek oluyor.

Öğrendim ki… Bazı insanlar sizi çok seviyor ama, bunu nasıl göstereceğini bilemiyor.

Öğrendim ki… Ne kadar ilgi ve ihtimam gösterseniz, bazıları hiç karşılık vermiyor.

Öğrendim ki… Para ucuz bir başarı.

Öğrendim ki… Düştüğün anda seni tekmeleyeceğini düşündüklerinden bazıları kaldırmak için elini uzatır.

Öğrendim ki… İki insan aynı şeye bakıp tamamen farklı şeyler görebilir.

Öğrendim ki… Aşık olmanın ve aşkı yasamanın çok çeşidi vardır.

Öğrendim ki… Her şartta kendisiyle dürüst kalanlar daha uzun yol yürüyor.

Öğrendim ki… Hiç tanımadığın insanlar, iki saat içinde, senin hayatını değiştirebilir.

Öğrendim ki… Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.

Öğrendim ki… Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

Öğrendim ki… Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!

Öğrendim ki…Tecrübenin kaç yaş günü partisi yasadığınızla ilgisi yok, Ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

Öğrendim ki… Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.

Öğrendim ki… Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.

Öğrendim ki… Bazen başkalarını affetmek yetmiyor. Bazen insanın kendisini affedebilmesi gerekiyor.

Öğrendim ki… Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

Öğrendim ki… Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.

Öğrendim ki… İki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

Öğrendim ki… Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

Öğrendim ki… Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor.

Öğrendim ki… Bir insanı kazanmak çok zor, ama kaybetmek çok kolay.

KALP KIRMAYA DEĞER Mİ?

Doğan CÜCELOĞLU'NUN, Eğitimindeki Katılımcılarla bir konuşmasından alıntıdır. Özel olduğunu düşündüğümden, Paylaşmak istedim; > Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı? > Bir Katılımcı: Hocam Allah'a Şükür bildiğimiz kadarıyla yok. > Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti bir şey söyler misiniz? > Cevap: (neredeyse otomatik olarak çıkar: ÖLÜM

> Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir. Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir ama bundan sonra başa gelmesi kesin olan tek şey ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?

> Katılımcılar: (Burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlarlar)

> Cüceloğlu: Öleceğim belli ise, benim ölümcül bir hastalığım olduğuda açıktır...

Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?

> Katılımcılar: Hayır

> Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?

> Bir Katılımcı: Evet var.

> Cüceloğlu: Ya Yarın?

> Bir Katılımcı: Evet.

> Cüceloğlu: Ya 30 yıl sonra?

> Bir Katılımcı: Olabilir.

> Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?

> (Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü; genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.)

> Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? , Var mıdır böyle bir garanti?

> Bir Katılımcı: Yoktur Hocam.

> Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce öldüğünün bize söylenmeyeceğini?

> (Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar) ve Bir Katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?

> Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu bilseydiniz, o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?

> Bir Katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.

> Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın, gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden çıkarken evde bıraktıklarınızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular, tartışma yada gerginlik yaratır mıydı? Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona, yüreğinizin derininden gelen bir 'Seni gerçekten çok seviyorum' demeye ne gerek var diye düşünür müydünüz? Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?

> (Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız olduğunu şimdi fark etmişlerdir)

> Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz, kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde 'Şimdi kalbini kırdım, ama zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim' diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz. Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?

KADIN DEDİĞİN




KADIN DEDİĞİN

Bir kadın çocuktur aslında…
Çocuk gibi davranmayı sever.
Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını…
Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez.
Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister.
Yani...
bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz..
Bir kadın güçlüdür aslında...
Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür.
Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez.
İster ki, erkeğin gücü kendisine huzur versin.
Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler.
Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz.
Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.
Bir kadın sevgidir aslında...
İçinde her zaman sevgiyi taşır.
Sevdiklerinden kolay ayrılamaz.
Sevdiklerini kolay kolay kıramaz.
Zor sever; ama, tam sever.
Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.
Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz.
Ancak beyninde yer alamazsınız.
Her an terk edilebilirsiniz.
Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri ”acımak" duygusudur.
Bir kadın yalnızdır aslında...
Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.
Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.
O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez.
Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.
Yalnızlık onun sığınağıdır
O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.
Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.
Bir kadın çılgındır aslında...
Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez.
Üreticiliğinin sınırı yoktur ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler.
Hoyratça harcamaz üreticiliğini.
Sadece erkeğine saklar.
Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir.
Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor.
Yemek yemek, su içmek bile.
Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?
Anlıyorsanız ne mutlu size.
Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz! ...........
bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!!! .......
çünkü Allah gözyaşlarını sayar.....!!!!
kadın;erkeğin kaburgasından yaratıldı,ayaklarından yaratılmadı..!!!
öyle olsaydı ezilirdi......!!!
üstün olsun diye başından da yaratılmadı......!!
AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI......
Eşit olsun diye......
kolun biraz altında...
Korunsun diye...!!!
KALP HİZASINDA SEVİLSİN DİYE!!!

alıntı

10 Ocak 2012 Salı

TESETTÜR MODAYA KURBAN MI?

Tesettür modaya kurban mı?

Başörtülü kadınların da güncel ve güzel giyinmek istemesi doğal. Ancak son yıllarda modada öne çıkan bazı eğilimler, tesettür giyimde hoş olmayan görüntülere neden oluyor. Düşündürücü olan bunların hemen benimsenmesi ve normalleşmesi.
Son yıllarda modada öne çıkan bazı eğilimler, tesettür giyimde pek de hoş olmayan görüntülerin oluşmasına neden oluyor. Mesela ipek etoller, başörtülü gençlerin daha çok tercih ettiği ürünler oldu hep. Son zamanlarda vual şallar ve ipek şallar daha çok gündemde. Özellikle 18-24 yaş aralığında başörtülü gençlere dikkat ettiğinizde çok azının klasik ipek eşarp taktığı görülür. Bunda öğrenci olmalarının ve şalların hareket rahatlığı sağlamasının etkisi büyük. Fakat şalların bağlanma şekilleri uyumdan uzak bir hal almaya başladı. Normalde düzgün durması için çaba sarf edilen başörtüler, yerini oldukça biçimsiz sivri üçgen tepelere bırakmış. Kimin şalları daha sivri ise o kadar havalı sanki! Dahası şalları iğnesiz takmak oldukça moda. Özellikle yazın şal takanların birçoğunun iğnesiz, öylece serbestçe omzuna attığını ve bunun ne kadar çoğaldığını gördük.
Boyunları açıkta bırakan, kulaklardaki küpelerin bile çok rahat görüldüğü bu şal bağlama tarzı hızla yayılıyor. Hatta bu şal bağlama modası, bone ya da iç başörtüsü kullanmadan saçların ön kısmının göründüğü bir tarza doğru gidiyor. Kimin nasıl örtündüğü elbette kendisini ilgilendirir ama bu görüntüler İslam'daki 'örtünme' tanımından oldukça uzak. Bana trajikomik gelen yanı ise internet sitelerinde genç kızların birbirlerine nasıl bu şekilde bağlayabileceklerine dair tarifler vermesi.
Midi boy etek derdi
Bir de midi etekler var. Kısa desen değil, uzun desen hiç değil. Kışın uzun çizmelerle giyildiğinde fazla dikkat çekmiyordu bu etekler ama bu moda yazın da devam edince başörtülü insanların giyim tarzıyla uyuşmayan bir sonuç ortaya çıktı. Fatih gibi tesettür giyim müşterisine hitap eden bir semtte bile birçok eteğin boyunun kısa olduğunu görmek mümkün. Ya eteği bir beden büyük alıp düşük bel giyeceksiniz ki, bazen bu da yetmiyor ya da almayacaksınız. Mağazalara sorunca, "Müşteri bunu istiyor." diyor. Ama istediği boyda etek bulamayanlar da çoğunlukta.
Fakir kollar
Eskiden kolluklar vardı. Her rengini bulabiliyordunuz. Nerdeyse bone gibi bir ürün olmuşlardı. Şimdi pek gündemde değiller. Zira bilekleri açıkta bırakan fakir kol bluzları artık kolluk takmadan kullanmayı sorun etmiyor birçok insan. Global markaların yaz-kış her sezon ürettiği fakir kol gömlek tunikler neredeyse klasikleşti. Dahası birçok başörtülü kadın bu kol boylarını özellikle yazın içine body giymek istemediği için modelini çok beğense de almıyor. Tesettür giyime yönelik ürünler satan mağazaların birçoğunda ise kol boylarının yine kısa olduğunu görüyoruz. Tesettürlü insanların ihtiyaçlarına yönelik ürünler satılacağını düşündüğümüz mağazaların da bu ihtiyacı görmezden geldiğini görmek şaşırtıcı. İnsanların bu ürünlerin kısa olmasını artık dert etmemesi de bu durumun sebeplerinden biri muhtemelen.
Pardösü markası bazı firmaların kataloglarında yarım kollu modellerin, gömlek ya da body ürünler kullanılmadan çekildiğini görmek de üzücü.
Liste aslında şallar, fakir kollar ya da midi eteklerle bitmiyor. Birçok farklı detay var konuşulabilecek. Başörtülü insanların da güncel ve güzel giyinmek istemesi çok doğal. İnsani bir durum. Fakat bunu yaparken örtünme ölçüleri artık çok fazla göz ardı ediliyor. Şal moda diye boyunların açıkta bırakılması, küpeli kulakların görünmesi vs. Düşündürücü olan bu görüntülerin hızla benimsenmesi ve gittikçe normalleşmesi...
***
Neler göz ardı ediliyor?
Boyunları ve kulakları açıkta bırakan şal başörtüler.
Fakir kol gömlekler.
Midi boy etekler. Ne uzun ne kısa.
Diz altı etekler de artık başörtülü kadınların kullandığı bir ürün. Ten rengi çorap, diz altı etek ve başörtüsü oldukça çelişkili bir görüntü.
Dar kot pantolonların üstüne giyilen kısa tunikler.
Kuş yuvası gibi birçok iç başörtüsü kullanılarak şişirilen baş bağlama yöntemi. Hem estetik değil, hem de örtünmekten uzak.
Örgü gibi tepeye dolanan başörtüler.
Bone ya da iç başörtüsü kullanmadan saçların önden göründüğü yeni stiller.
Şu an çok moda olan skini jeanler. Bunlar bildiğimiz tayt gibiler ve kısa tuniklerle kullanılıyor.
alıntı