25 Şubat 2013 Pazartesi

GÖK HERYERDE MAVİDİR....


Allahü teâlâ kullarına çok büyük ni’metler vermiştir...
 
Gök heryerde mavidir. Siz nereye giderseniz gidin, sevgi, muhabbet dairesinden çıkmadıktan sonra hep aynı yerdeyiz. Dolayısıyla, aşkta, sevgide, güvende, inançta mesafe yoktur.
 
Allahü teâlâ kullarına çok büyük ni’metler vermiştir. Göz vermiş, kulak vermiş, sıhhat vermiş; hattâ îmân vermiştir. Allahü teâlâ bu kadar ni’meti niçin vermiştir? Beni tanıyın diye, o kadar.
 
Harâm işleyip, ibâdet yapmayıp, "kalbim temiz" diyenler, "Allah’ı tanıyoruz, seviyoruz" diyenler, Allahü teâlâyı tanımıyorlar. Onlar, kendi nefislerinin meydana getirdiği ilahı tanıyorlar.
.

21 Şubat 2013 Perşembe

.......

                               
                               





"Her kim ihlâs ile bir amel işlese ve
sonradan onunla övünse,
o kimse kabul olunan amelini iyilik divanından siler,
riya divanına yazar."
        Süfyan-ı Sevri

20 Şubat 2013 Çarşamba

İBRET AL...




Çok fakir, fakat saliha bir hanım, gayet zengin ve pek müreffeh bir hayata sahip bir kimse ile evlenir. Kocası, gayet sıcak bir yaz gecesi uyanır ve hanımına çok susadığını söyleyerek kendisine bir bardak su vermesini rica eder. Kadın kalkar, odadaki bir bardak suyu hem az, hem de ılık bulur. Kocamı böyle gece yarısından sonra uyandıracak kadar ağır olan susuzluğunu, bu su kesmez diye düşünerek konağın en alt katındaki mermer küpten bir sürahi su alıp kocasına gelir. Ancak kocasının o sırada tekrar uykuya dalmış olduğunu görüp bekler. Bu yüksek irfanlı hanımefendi, beyini uyandırmaksızın başucunda beklemeye başlar. Epeyce bir zaman sonra kocası uyanıp sorar: "Niçin öyle başımda bekliyorsun?" İrfan ehli bu hanımefendi, kocasına şu cevabı verir: "Su istediniz. Odadaki su hararetinizi kesmez diye aşağıdaki küpten getirdim. Ancak ben getirinceye kadar uyuya kalmışsınız. Olur ki büyük bir huzurdasınız, belki de bir mana âlemindesinizdir diyerek tekrar rahatsız etmek istemedim ve uyanmanızı bekledim"

Adam eşinin bu inceliği karşısında çok mahcup olur. Bir an derin düşünceye dalar ve: "Hanım, senin ismet ve iffet örneği, edeb ve vefa timsali bir insan olduğunu bilirdim. Fakat bu derecede yüksek bir olgunluğa sahip olduğunun farkında değildim. Bu yüzden beni affetmeni rica ederim. Sonra da benim sana yapabilceğim ne gibi bir arzun varsa onu da istemeni ayrıca istirham ederim." der. Kadın: "Teşekkür ederim; ama isteğim hususunda ısrar etmemenizi niyaz ederim." der. Adam ısrar eder. Bunun üzerine kadın: "Madem ki ısrar ettiniz; o halde sizden bir dileğim var, o da beni boşamanızdır"

Bu isteği öğrenen adam beyninden vurulmuşa döner ve: "Bu nasıl bir istek? Ben senin gibi bir hanımdan nasıl ve niçin ayrılabilirim?" Kadın: "Siz ısrar ettiniz ve and da verdiniz. Ne yapayım benim arzum da bu" Adam: "Benim senden ayrılmam çok ağır ve dayanılmaz bir şeydir. Fakat senin gibi saygıdeğer bir hanımın arzusunu da herşeye rağmen yerine getirmek isterim." Aradan geçen saatlere rağmen adam kendine gelemez. Kadın da isteğini geri almaz. Düşerler mahkemenin yoluna. Adam hem yürüyor hem de "Böyle bir hayat arkadaşımdan nasıl ayrılacağım?" diye derin ve hüzünlü düşüncelere dalar. İşte bu dalgınlıkla, adeta bastığı yeri görmeden yürüyen adam, birden dengesini kaybedip düşüverir. Düşmesiyle birlikte de kolunu kırar ve “Allah!” diye bağırır. Çevreden yetişenler adama yardım ederler; biraz sonra kadın, kocasına: "Buyurun evimize dönelim, boşanmaktan vazgeçtim" der. Adamcağız duyduklarına inanamaz. Kolunun ağrısını bile unutur. Büyük bir sevinçle eve dönerler. Ancak bu durumun hikmetini sormadan da edemez.

Kadın önce niçin ayrılmak istediğini, sonra da neden vazgeçtiğini şöyle açıklar: "Ben sizinle üç senedir evliyim. Siz, bu üç yıl içinde çok müreffeh çok rahat yaşadınız. Tek bir gün başım ağrıyor, bile demediniz. Servetiniz daima arttı. Gittikçe dünyaya daldınız. Oysa ki böylesine bir dünyalık, yalnız Cenab-ı Hakk'ın merhamet nazarından kovulmuş olan Firavun'da olmuştur.. Kendi kendime düşündüm; Firavun emsali bir eş ile nasıl bütün bir ömür yaşayacağım? Bu durum benim için bir elemdi. Onun için boşanmak istedim. Ne zaman ki gayet acı bir şekilde düştünüz ve can acısıyla, “Allah!” diye feryat ettiniz, işte o an anladım ki Hak Teala sizden merhamet nazarını henüz kaldırmamış. Bundan dolayı da boşanma sebebimiz ortadan kalkmıştır. Bundan sonra sizden, düşkünlere yardım etmenizi, sadaka ve infakı çoğaltmanızı ve en mühimi de kırık kalb satın almanızı istiyorum ki onun müşterisi de ancak Allah'tır."    

19 Şubat 2013 Salı

YANIMIZDAKİ İNSANA NEDEN BAĞIRIRIZ....


                    

Yan yana iki insan birbirine neden bağırır? Öfkelenince neden yüksek sesle 
konuşuruz? Sükunetimizi kaybettiğimiz için mi bağırarak konuşuruz yoksa 
bambaşka bir nedenden dolayı... Sorunun yanıtı bir bilgelik öyküsünde 
saklı...
ÖFKELENİNCE NEDEN BAĞIRIRIZ ?
Hintli bir ermiş öğrencileri ile gezinirken Ganj nehri kenarında 
birbirlerine öfke içinde bağıran bir aile görmüş. Öğrencilerine dönüp 
"insanlar neden birbirlerine öfke ile bağırırlar?" diye sormuş. 
Öğrencilerden biri "çünkü sükûnetimizi kaybederiz" deyince ermiş "ama 
öfkelendiğimiz insan yanı başımızdayken neden bağırırız? O kişiye söylemek 
istediklerimizi daha alçak bir ses tonu ile de aktarabilecekken niye 
bağırırız? " diye tekrar sormuş.
Öğrencilerden ses çıkmayınca anlatmaya başlamış: "İki insan birbirine 
öfkelendiği zaman, kalpleri birbirinden uzaklaşır. Bu uzak mesafeden 
birbirlerinin kalplerine seslerini duyurabilmek için bağırmak zorunda 
kalırlar. Ne kadar çok öfkelenirlerse, arada açılan mesafeyi kapatabilmek 
için o kadar çok bağırmaları gerekir."
"Peki, iki insan birbirini sevdiğinde ne olur? Birbirlerine bağırmak yerine 
sakince konuşurlar, çünkü kalpleri birbirine yakındır, arada mesafe ya 
yoktur ya da çok azdır. Peki, iki insan birbirini daha da fazla severse ne 
olur? Artık konuşmazlar, sadece fısıldaşırlar çünkü kalpleri birbirlerine 
daha da yakınlaşmıştır. Artık bir süre sonra konuşmalarına bile gerek 
kalmaz, sadece birbirlerine bakmaları yeterli olur. İşte birbirini gerçek 
anlamda seven iki insanın yakınlığı böyle bir şeydir."
Daha sonra ermiş öğrencilerine bakarak şöyle devam etmiş: " Bu nedenle 
tartıştığınız zaman kalplerinizin arasına mesafe girmesine izin vermeyin.
Aranıza mesafe koyacak sözcüklerden uzak durun. Aksi takdirde mesafenin 
arttığı öyle bir gün gelir ki, geriye dönüp birbirinize yakınlaşacak yolu 
bulamayabilirsiniz." 

14 Şubat 2013 Perşembe

İKİ ŞEY...




İki şey ‘Kalitesiz İnsan’ın hususiyetidir:
    1- Şikayetçilik
    2- Dedikodu

İki şey çözümsüz görünen problemleri bile çözer:
    1- Bakış açısını değiştirmek
    2- Karşındakinin yerine kendini koyabilmek.

İki şey yanlış yapmana mani olur:
    1- Şahıs ve hadiseleri akıl ve kalp süzgeçinden geçirmek
    2- Hak yememek.

İki şey kişiyi gözden düşürür:
    1- Demagoji (Laf kalabalığı)
    2- Kendini ağıra satmak (övmek, vazgeçilmez göstermek...)

İki şey insanı ‘Nitelikli İnsan’ yapar:
    1- İradeye hakim Olmak
    2- Uyumlu Olmak

İki şey ‘Ekstra Değer’ katar:
    1- Hitabet ve diksiyon eğitimi almak
    2- Anlayarak hızlı okumayı öğrenmek

İki şey geri bırakır:
    1- Kararsızlık
    2- Cesaretsizlik

İki şey kâşif yapar:
    1- Nitelikli çevre
    2- Biraz delilik

İki şey ömür boyu boşa kürek çekmemeni sağlar:
    1- Baskın kaabiliyeti bulmak
    2- Sevdiğin işi yapmak

İki şey muvaffak olmanın sırrıdır:
    1- Ustalardan ustalığı öğrenmek
    2- Kendini yenilemek, güncellemek

İki şey muvaffak olmayı mutlulukla beraber yakalamanın sırrıdır:
    1- Niyetin saf olması
    2- Ruhsal farkındalık

İki şey milyonlarca insandan ayırır:
    1- Problemin, meselenin değil, çözümün parçası olmak
    2- Hayata ve her şeye yeni (özgün, orijinal, farklı) bakış açısıyla yaklaşabilmek

İki şey gelişmeye mani olur:
    1- Aşırılık (mübalağa, abartı, ifrat)
    2- Felakete odaklanmış olmak

İki şey çözüm getirir:
    1- Tebessüm (gülümseme)
    2- Sükut (susmak)

İki şeyin değeri kaybedilince anlaşılır:
    1- Anne
    2- Baba

İki şey geri alınmaz:
    1- Geçen zaman
    2- Söylenen söz

İki şey ulaşmaya değerdir:
    1- Sevgi
    2- Bilgi

İki şey “hayatta mühim olan her şey” içindir:
    1- Nefes alabilmek,
    2- Nefes verebilmek...

10 Şubat 2013 Pazar

CAN YAKICI GÜZELLİK...



Peygamber efendimiz, (Peygamberi zikretmek ibadettir. Salihleri zikretmek günahlara kefarettir. Ölümü hatırlamak sadakadır. Kabri düşünmek, Cennete yaklaştırır) buyuruyor. Büyük zatların isimleri anıldığı yerde ruhları hazır olur ve oraya rahmet yağar. (Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar) hadis-i şerifi bunu gösteriyor. Bu ümmetin evliya zatlarının ruhu hazır olunca, Resulullah efendimizin ismi geçince, ruhu elbette hazır olur. Namazda, (Esselamü aleyke yâ eyyühennebiyyü) diyerek Resulullah'a selam veriyoruz. O anda Resulullah gelir, (Bana selam veren kim?) diye bakar, o kişiyi görür ve artık unutmaz. Ölürken onun karşısına gelir, (Üzülme, korkma, sana şefaat ederim) buyurur. Vefat eden mümin, o güzellik ve bu müjde karşısında öldüğünü bile anlamaz.image004.gif@01CE0614.0DCCEF10
Peygamber efendimiz, (Mümin vefat ederken, ruhu, tereyağından kıl çeker gibi acı duymadan kolayca çıkar. Hiç anlamaz) buyurunca, bir sahabî, (Ya Resulallah, sizin her sözünüz Kur’an-ı kerimle ilgilidir, onun açıklamasıdır. Bu sözünüz hangi âyetle ilgilidir?) diye sorar. Yusuf sûresinin 31. âyetini okuyarak şöyle cevap verir: (Yusuf aleyhisselamı gören kadınlar, bıçakla meyve soyarken, onun güzelliği karşısında ellerini doğradılar, ama acısını duymadılar. Onda sabahat, bende melahat güzelliği vardır. Beni görüp iman edenin, benim muhabbetle baktığım kimsenin ciğeri yanar, aşka tutulur. Ama sabahat güzelliğimi Allahü teâlâ gizlemiştir. Ümmetimden biri vefat ederken ona görünürüm, o bana bakarken ruhu çıkar, haberi bile olmaz.)
Melahat sevimlilik, tatlılık, can yakıcı güzellik demektir. Sabahat ise dış görünüş, yüz güzelliği demektir. Yusuf aleyhisselamda sabahat vardı, melahat yoktu. Peygamber efendimizde hem melahat, hem sabahat vardı. Fakat Allahü teâlâ onun sabahatını dünyada gizledi. Eğer açığa çıkarsaydı, hiç kimse onun güzelliği karşısında duramaz, düşer bayılırdı. Peygamber efendimiz âlemlere rahmettir, herkese iyilik için, merhamet edici olarak gelmişti. İnsanları zarara sokmak için gelmemişti. Onun için dünyada melahat güzelliği görülürken, sabahat güzelliği görülemedi, o Cennette görülecektir.

7 Şubat 2013 Perşembe

BİR RESİMLE EĞİTİM...



Bir zamanlar usta bir ressamın üstün yetenekli bir talebesi vardı. Bu öğrenci, ressam olarak ilan edileceği günü merakla beklerken, kibar bir şekilde hocasına final imtihanını ne zaman olacağını sordu. Hocası gülümseyerek dedi ki: "Çok kısa sürede sanatın inceliklerini öğrendin. Sanırım şimdi final imtihanının zamanı geldi. Bir resim yapmanı istiyorum, bu senin en iyi resmin olmalı ve herkes hayran kalmalı. Şimdi acele etme ve hayatının şaheserini yap." Talebe gece gündüz çalıştı; en güzel resmini yaparak hocasına sunduğunda:
    "Şimdi bunu şehrin meydanında halkın rahatça görebileceği bir yere as ve resmin altına da büyük ve koyu harflerle, bu resmin halkın değerlendirmesi için oraya konulduğunu ve resimdeki hataların resmin üzerine bir (X) çizerek belirtilmesini yaz" dedi. Hocası, birkaç gün sonra da resmi getirmesini istedi.
    Öğrenci meydana vardığında büyük bir hayal kırıklığına uğradı. Bütün resim baştan aşağı (X) işaretleriyle doluydu. Büyük bir hayal kırıklığıyla resmi hocasına gösterdi. Usta ressam öğrencisine, asla umutsuzluğa kapılmamasını ve yeni bir resim yapmasını tavsiye etti. O da yeni bir sanat şaheseri daha yaparak hocasına götürdü.
    Hocası, daha önce yazdırdığı notta küçük bir değişiklik yaparak, bu sefer resmin yanına boya ve fırça da koymasını söyledi.
    Resmin altına yazdığı mesajda halkın hataları bulması ve resmin yanında bulunan malzemeleri kullanarak düzeltmeleri istendi.
    Birkaç gün sonra resim almaya gidildiğinde resmin üzerinde hiçbir işaret olmadığı gibi yanına konulan malzemelere de hiç dokunulmamıştı. Bunun üzerine hocası:
    Bugün öğrenmiş olduğun bu dersle birlikte artık senin eğitimin tamamlandı.
    "Sevgili oğlum, insanlara fırsat verildiğinde hiçbir şey bilmedikleri bir konuda bile eleştirip, değerlendirme eğiliminde olduklarını da öğrenmen gerekiyordu. İnsanlar konuyla ilgili bilgisi olmadan yargılamalarda bulunur ve birbirlerine fikirlerini söylerler. Senin ilk resmini x'lerle doldurdular. Çünkü onları engelleyecek hiçbir risk yoktu. Ve çoğunun bu konuda hiçbir yeteneği ve bilgisi de yoktu. Onlara sunulan bu fırsatı memnuniyetle değerlendirdiler. Ama aynı insanlardan, hataları bulup düzeltmeleri istendiğinde hiç biri bunu yapmadı. Çünkü bu kez onların bilgisi ve yeteneği risk altındaydı; bu konudaki eksikliklerini göstermekten çekindiler. Uzak durmayı tercih ettiler."
    Böylece sevgili oğlum, bu eser, senin çalışman, yeteneklerin, bilgin, gayretin ve içten çalışmalarının değerli bir ürünüdür. Bunu dünyaya bedava sunma.
    O zaman çalışman ilk resminin uğradığı sonuca uğrar. Kendinin hakimi ol ve değerini kendin belirle, ama bunu adalet ve eşitlik ilkeleriyle yap.

5 Şubat 2013 Salı

BİR SELAVAT-I ŞERİFE..




Bir Müslümanın âhirette hesabı görülür. Günahı dağlar kadar, sevabı bir avuç... Melekler onu Cehenneme götürürlerken, Peygamber efendimiz onlara yetişir ve meleklere, (Acele etmeyin! O benim ümmetimdendir. Onu bırakın!) der. Melekler, (Yâ Nebiyallah, bu vazifeyi bize Cenab-ı Hak verdi. Biz ne yapabiliriz? Sen Rabbimize dua edersen, O, bize ne yapacağımızı bildirir) derler. Peygamber efendimiz, ellerini açıp dua eder. Allahü teâlâ meleklere, (Habibim ne derse öyle yapın!) buyurur. Peygamber efendimiz meleklere, (Teraziye gidelim, bir daha tartalım) deyince tekrar terazinin başına gelirler. Melekler, (Yâ Resulallah, bak, günahlar dağ gibi) derler. Peygamber efendimiz, mübarek kolunun altından katlanmış bir kâğıt çıkarır. Bunu terazinin sağ kefesine koyup, (Bir daha bakın!)buyurur. Birden durum değişir, sevablar dağ gibi büyür, günahlar az kalır.

O Müslüman, kurtulduğunu görünce, Hazret-i Peygamberin ayaklarına kapanıp, (Beni kurtardın, yâ Resulallah! Neydi o kâğıtta yazılı olan?) der. Peygamber efendimiz, (Beraber açalım) buyurur. Kâğıdı açarlar, içinde, (Allahümme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed) yazılı olduğunu görürler. Meğer bu kişinin hayatında bir defa okuduğu salevat-ı şerifeyi Peygamber efendimiz, (Belki sonra lazım olur) diye alıp saklamış. Cenab-ı Hak da, onu teraziye koyacağını bildirmiş.

Resulullah efendimizi anmanın, ona salevat-ı şerife getirmenin ne kadar önemli olduğu buradan da anlaşılmaktadır. Her gün az veya çok salevat söylemeye çalışmalı. Yolda giderken, iş yaparken her fırsatta çok söylemeli. Çünkü insan âhirette sevdiğiyle beraber olacak. Peygamber efendimiz, (El mer’u mea men ehabbe) buyuruyor. Yani kişi sevdiği ile beraberdir.

Peygamber efendimize çok salevat-ı şerife getiren, onunla beraber olacak. Çünkü din büyüklerimiz, (İnsanoğlu, sevdiğini çok anar, insanın yapısında sevdiğini çok hatırlamak, çok anmak vardır) buyuruyorlar. Aynı şekilde büyük zatlara çok Fâtiha gönderenler de, onlarla beraber olacaklardır. Dünyada kimi seversek, âhirette onunla beraber olacağız. Salihleri seven onlarla birlikte Cennette olur. Kâfirleri seven de onlarla birlikte Cehennemde olur.
 

3 Şubat 2013 Pazar

SORMASI İMAN ALAMETİDİR..


Bir âlime talebeleri sorarlar:Efendim, bir insan fasık olsa, üzerinde çok kul hakkı olsa, çok haram yemiş olsa, bunları değil de, bir müstehabı ısrarla sorsa ne yapılır, bunun hâli neye benzer?

Evliya zat buyurur ki:Elbette sualine cevap verilir. Sorması, öğrenmeye çalışması iman alametidir. Müslüman günah işlemekle dinden çıkmaz, günahı kabul etmemekle dinden çıkar. Bu suali sorduğu zaman değil de, yani o anda neyi öğrenmek istiyorsa ona cevap vermeli, şu hâline bak, neyi soruyorsun dememeli, başka bir zaman ona dinin emir ve yasaklarını tatlı dil ile tebliğ etmeli.

O andaki hâli, köpeklerin hâline benzer. Köpek, önüne bir pislik gelse, hatta tuvalete girse, doyuncaya kadar yer, her tarafı pislik içinde kalır. Çişini yaparken de idrar üzerine sıçramasın diye ayağını kaldırır.

Ancak bu misali sizin için verdim. Kendinizi bir şey zannedip, insanları hakir görün diye vermedim. Kendini uyuz köpekten üstün gören Allahü teâlâya kavuşamaz. Haramların, kötülüklerin birini bile terk etmek iyidir. Ötekilerin terk edilmesine sebep olabilir. İyilikler de bunun gibidir, hiçbirini küçük görmemeli, Allahü teâlânın hoşuna gider, her iyiliği ihsan edebilir. Bir Müslümanı eksik ve kusurlarından değil, iyiliklerinden tutup, kurtarmaya çalışmalı.

2 Şubat 2013 Cumartesi

ÜÇ BÜYÜK DÜŞMAN...


Dünyada Allahü teâlânın bir kuluna verdiği en büyük nimet imandır yani Müslüman olmaktır. İman, dünyada huzur ve saadet, ahirette Cennet ve Cemalullah demektir. Kimde bu nimet varsa, o seçilmiş kul demektir; çünkü imanı bizzat Allahü teâlâ verir. Bir nimet ne kadar büyükse, ne kadar kıymetliyse, onun düşmanları da o kadar çok ve tehlikeli olur. 

İmanın en büyük düşmanı üçtür:
Birincisi şeytandır. Aldatması zayıftır; ama şeytan, şeytanlığından vazgeçmez. Kendisi gibi, insanların da Cehenneme gitmesini ister. Kalbe giremez; ama kalbe vesvese verir. Bazı tuzakları vardır. Bilhassa servet ve şöhret, en başta gelen tuzaklarıdır. İnsanların da en çok peşinde koştukları şey, servet ve şöhrettir. Onun için çok dikkat etmeli. Servet ve şöhret sahibi olacağım diye, şeytanın tuzağına düşmemeli.

İkincisi
 insanın kendi nefsidir. Nefs Allah’ın düşmanıdır. Allahü teâlâ kendisine bir düşman yaratmış, onu da insanların içine koymuştur. Nefsin amacı insanı kâfir yapmaktır. Şeytan inatçı değildir; ama nefs çok inatçıdır. Son hedefi insanı kâfir yapmaktır. Bunun için de, hedefine ulaşana kadar uğraşır. Çok dikkat etmek gerekir.

Üçüncüsü
 kötü arkadaştır. Bu çok tehlikelidir. Dünyada rezil eder, ahirette ise Cehenneme götürür. İnsanın imanını öyle çalar ki, o şahsın ruhu bile duymaz. Kitap, gazete, dergi, TV, internet gibi yayınların bozuk olanları da kötü arkadaştır.

1 Şubat 2013 Cuma

EHİL NA EHİL BERABER...


Abdullah-i Mürteiş hazretleri “rahmetullahiteâlâ aleyh” bir gün sohbette dostlarına;
Âhirette bir topluluğun (cemaatin) içinden bir kişi kurtulunca, Onun hürmetine o topluluktaki herkes kurtulur ve rahmete kavuşur,
buyurdu.
Öbürleri günahkâr olsa da mı efendim?dediler.
Evet. Bu ehildir, şu değildir diye ayırım yapılmaz. O bir iyi kişinin hürmetine, ehil ve na-ehil hepsi kurtulur,
buyurdu.