29 Nisan 2012 Pazar

DELİNİN BİRİ...


DELİNİN biri camiye girer,belli ki namaz kılacak.
Ama oturmaz, meraklı ve şaşkın gözlerle etrafı süzer-dolanır..
... Bir oraya, bir buraya her köşeye dikkatlice bakar ve hızla çıkar gider..

Az sonra sırtında bağlanmış odunlarla tekrar gelir camiye ve tam namaza başlamak üzere olan cemaatle birlikte saf tutar..
Ama sırtındaki odunlarla güç bela bitirir namazını.

Eğilip kalktıkça yere düşen odunlar, çıkardığı ses vs. derken, tabii cemaat de rahatsız olmuştur bu durumdan..
Nihayet biter namaz, bitmesine ama her kafadan bir ses çıkar..
Herkes kıpırdanmaya, adama söylenmeye başlamıştır bile..
İmama kadar ulaşır sesler, hafiften tartışmalar..

İmam aynı mahalleden, bilir az çok garibin halini, şefkatle yaklaşır meczubun yanına ve der ki:

“Oğlum böyle namaz mı olur, sırtında odunlarla, sen ne yaptın?
Hem kendini hem de çevreni rahatsız ettin bak, bir daha namaz kılmaya yüksüz gel olur mu?”

Bunu duyan meczub melül-mahzun, ama manalı bir bakışla sorar

“Âdetiniz böyle değil mi?”

“Ne âdeti?!” der Hoca..

Cemaat da toplanmış, merak ve şaşkınlıkla olayı izlemektedir o sıra..

Der ki meczub bu kez:

“Hocam ben namaz kılmak için girdim camiye, şöyle kendime uygun bir yer ararken içeridekilere baktım, gördüm ki herkesin sırtında bir şeyler var. Zannettim ki adet böyledir, ben de şu odunları yüklendim geldim işte, neden kızıyorsun? Kızacaksan herkese kız, tek bana değil!

Hoca şaşırır: “Benim sırtımda da mı var?” der..

“Evet” der meczub, “Hepinizin sırtı yüklü!”..

Cemaatte ise hafiften “deli işte!” manasına,bıyık altından gülüşmeler başlamıştır..

Meczub bu kez öne atılır ve tek tek cemaati işaret ederek, saf bir çocukça, heyecanla bağırır:

“Bak bunun sırtında mavi gözlü bir çocuk, bunda kocaman bir elma ağacı vardı..

Bunda kırık bir kapı, bunda bir tencere yemek, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, bununkinde de yaşlı annesi vardı!..”

Sonra iki elini yanlarına salar başını sallar ve umutsuzca;

“ Boş yok, boş yok hiç!..diye tekrarlar.

O böyle söyleyince, herkes dehşet içinde şaşkınlıkla birbirinin yüzüne bakar!

Aynen doğrudur dedikleri çünkü;
Kimi doğacak çocuğunu düşünüyordur namazda,
kimi bahçesindeki meyve ağaçlarını,
biri onaracağı kapıyı,
diğeri lokantasında pişireceği yemeği..
Biri açtır aklında yiyeceği tavuk,
birinin sırtında sevdiği kadın,
diğerinde de bakıma muhtaç annesi vardır.

“Peki söyle bakalım bende ne vardı?” der, bu kez endişeyle Hoca..

O da der ki:
“Zaten en çok da sana şaştım hoca! Sırtında kocaman bir inek vardı!

Meğerse efendim, hocanın ineği hastaymış, “öldü mü ölecek mi?” diye düşünürmüş namazda..

“Harâbât ehlini hor görme sakın, defineye mâlik viraneler var.”
Bildirince bildiren, yüreği olan görüyor elbet.."

27 Nisan 2012 Cuma

HAYIRLI CUMALAR....




Îmân'ın temeli ve en mühim alameti; hubb-u fillah ve buğd-u fillah'tır. Yâni, Allahü tealanın sevdiklerini yalnız Allahü tealanın rızası için sevmek ve Allahü tealanın sevmediklerini de yalnız Allahü tealanın rızası için sevmemektir. (bu, yalnız kalb ile olur, kavga etmek, dövüşmek demek değildir).
 
Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam bir hadis-i şeriflerinde buyuruyorlar ki; (El-mer’ü me’a men ehabbe)... (Kişi, sevdiği ile berâberdir) demekdir.
 
Allahü teâlânın sevmediklerini sevmek ve onlarla kaynaşmak, insanı Allahü teâlâya ve Onun Peygamberine “sallallahü aleyhi ve sellem” karşı olmağa sürükler. Bir kimse, kendini müslimân zan eder. Kelime-i tevhîdi söyleyip, inanıyorum der. Namâz kılar ve her ibâdeti yapar. Hâlbuki, bilmez ki, böyle çirkin hareketleri, onun îmânını ve islâmını temelinden götürür.
 
Muhammed aleyhissalâtü vesselâma tâm ve kusûrsuz tâbi’ olabilmek için, Onu tâm ve kusûrsuz sevmek lâzımdır. Bunun alâmeti de, Onun sevmediklerini sevmemek, Onu beğenmeyenleri sevmemekdir. Muhabbete müdâhene, ya’nî gevşeklik sığmaz. Âşıklar, sevgililerinin dîvânesi olup, onlara aykırı birşey yapamaz. Aykırı gidenlerle uyuşamaz. İki zıd şeyin muhabbeti bir kalbde, bir arada yerleşemez. İki zıddan birini sevmek, diğerini sevmemeyi îcâb eddirir. 

25 Nisan 2012 Çarşamba

39.MEKTUP...


39
OTUZDOKUZUNCU MEKTÛB

Bu mektûb, Muhammed Çetrîye yazılmışdır. İş kalbdedir. Âdet olarak
yapılan ibâdetlerin işe yaramıyacağı bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, kendinden başka şeylerden yüz çevirip, kendisine dönmek
nasîb eylesin! İşin temeli kalbdir. Kalb, Allahü teâlâdan başkasına tutul-
muş ise, yıkılmış demekdir. Bir işe yaramaz. Niyyet doğru olmadıkça,
hayrlı işlerin, yardımların ve âdete uyarak yapılan ibâdetlerin, yalnız hiç fâ-
idesi olmaz. Kalbin selâmet bulması da ve Allahü teâlâdan başka hiçbir şeye düşkün olmaması da lâzımdır. [Ya’nî her yapılan şey, O emr etdiği, O
beğendiği için yapılmalı. Onun râzı olmadığı her şeyden kaçınmalıdır.
Herşey Onun için olmalıdır.] Hem, kalbin selâmeti, hem de bedenin sâlih
işler yapması, birlikde lâzımdır. Beden sâlih ameller yapmaksızın, kalbim
selâmetdedir, [kalbim temizdir, sen kalbe bak] demek bâtıldır, boşdur. Kendini aldatmakdır. Bu dünyâda, bedensiz rûh olmadığı gibi, beden ibâdet yapmadan ve günâhlardan kaçınmadan, kalb, temiz olmaz. -
  
 Zemânımızın bir  çok dinsizleri, sapıkları, ibâdet yapmayıp, kalblerinin selâmetde olduğunu,
hattâ keşf sâhibi olduklarını söyleyip, saf müslimânları aldatıyor. Allahü
teâlâ, sevgili Peygamberinin sadakası olarak “aleyhissalâtü vesselâmü vettehıyye”, hepimizi böyle sapıklara inanmakdan korusun! Âmîn.
[İslâmiyyetin yasak etdiği şeyler, şiddetli zehrdir. Allahü teâlâ, insanları yaratdığı vakt onlara fâideli olan şeyleri emr etmiş, zararlı olan şeyleri
yasak etmişdir. Fâidesi kat’î olanların yapılmasını, lüzûm-i zarûrî ile emr
etmişdir. Bunları yapmak, (Farz) olmuşdur. Fâideli şeylerden, yapılması,
lüzûm-i gayr-ı zarûrî olanlar da, (Sünnet) olmuşdur. Zararı kat’î olanları
terk etmek, lüzûm-i zarûrî olup, bunlar (Harâm) olmuşdur. Terk edilmesi, lüzûm-i gayr-ı zarûrî olanlar, (Mekrûh) olmuşdur. Ba’zı işlerin yapılıp
yapılmaması, kulların ihtiyârına bırakılmışdır ki, bunlara (Mubâh) denir.
Mubâhlar, iyi niyyet ile yapılırsa, sevâb verilir. İyi niyyet ile yapılmazsa, günâh olur].

....................................................
Din adamı görünüp, dünyâya tapan kimse,
kendi yoldan sapmışdır, gayra nasıl göstere?




23 Nisan 2012 Pazartesi

İNSAN NİYE YARATILDI???



Hadis-i kudside, (İnsanları, beni tanımakla şereflenmeleri için yarattım)buyuruldu.
Bu şerefe kavuşup kavuşmama tercihini de kullarına bıraktı. Ateistlerin, (Biz Allah’a inanmıyoruz, Allah’ı tanımakla şereflenmediğimize göre, Allah’ın maksadı hasıl olmadı) demeleri yanlıştır. Çünkü, çok kimse, belli bir yaşa gelince, Allahü teâlâyı tanımaya başlıyor. Kâfir kalıp hiç tanımasa bile, zaten tercih kullara bırakılmıştı. Kâfirler de, ahirete gidince tanıyacaklar. Tanımayan hiç kimse kalmayacaktır.

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Cin ve insanları ancak, beni bilip itaat, ibadet etmeleri için yarattım.)[Zariyat 56]
Bu âyet-i kerime gösteriyor ki, cin ve insanların yaratılması, Allahü teâlâyı tanımaları içindir ki, bunlar için şeref ve saadettir. Yoksa, Onun bir şey kazanması için değildir. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyurması,(Onların beni tanımakla şereflenmesi için) demektir. Yoksa, (Tanınayım ve onların tanıması ile kemal bulayım) demek değildir. Bu mana, Allahü teâlâya layık değildir. (Mektubat-ı Rabbani 266)

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Yerde olan her şeyi sizin için yarattım.) [Bekara 29]

İki hadis-i kudside buyuruluyor ki:
(Seni kendim için yarattım. Başka şeylerle oyalanma!) [İslam Ahlakı]

(Ey Âdem oğlu, sizi kendim için yarattım. Her şeyi de sizin için yarattım. Senin için yarattıklarım, seni, kendim için yaratılmış olduğundan alıkoyup gâfil ve meşgul etmesin.) [İslam Ahlakı]

Bir âyet-i kerime meali de şöyledir:
(Sizi abes olarak, oyuncak olarak mı yarattım? Bize döndürülmeyeceğinizi mi sanıyorsunuz?) [Müminun 115]

(Bizim ibadetimize Allah’ın ihtiyacı yoktur, günahlarımız da ona zarar vermez) diyen kimse, perhiz yapmayan hastaya benzer. Doktor bu hastaya, perhiz tavsiye etse, bazı ilaçlar verse, bu hasta da, “Perhiz yapmazsam, ilaçları almasam doktora hiç zararı olmaz, perhiz yapmamın ve ilaçları almamın ona bir faydası olmaz” diyerek, perhiz yapmasa ve ilaçları kullanmasa, elbette doktora zararı olmaz, ama kendine zarar verir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için, perhiz yapmasını, ilaç kullanmasını tavsiye ediyor. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur, uymazsa, hastalığı artarak ölür gider. Tabibin bundan hiç zararı olmaz. (İşlediğim günahların Allah’a zararı olmaz, ibadetlerimin de faydası olmaz) diyerek Allahü teâlâya isyan edip ibadet etmekten kaçanlar da Cehenneme gider.
 


22 Nisan 2012 Pazar

HAYATA DAİR...



Babası oğluna bir torba çivi verir ve ona kontrolünü, sabrını her kaybettiğinde ceviz sandığının üzerine bir çivi çakmasını söyler... 
Birinci gün çocuk tam 37 çivi çakar... 
Haftalar ilerledikçe çocuk kendini kontrol etmeyi öğrenir ve daha az çivi çakmaya başlar... 
Zaman geçtikçe kendini kontrol etmesinin, sandığa çivi çakmasından daha kolay olduğunun farkına varır... 
Her çivi çakılmadığı günün sonunda durumu babasına bildirir... 
Bu defa baba oğluna, kendini kontrol ettiği her günün sonunda sandıktan bir çivi sökmesini ister... 
Haftalar geçer, çocuk, hem sabır hem de kendini kontrol etmenin idrakiyle, tüm çivileri sökmüş olur ve babasını çağırır... 
Babası çocuğun elinden tutar ve sandığın yanına götürüp şöyle der: 
“-Bak oğlum, çok çalıştın ve artık kendini kontrol ederek sandığın üzerinde delik açmamayı öğrendin... 
Ancak, sandığın üzerindeki deliklere bir bak... Hiçbir zaman o delikler kapanmayacak ve eskisi gibi olmayacaklar... 
Her sabırsızlığın ve verdiğin tepki karşındaki kişinin yufka yüreğinde böyle onarılmaz yaralar açar... Ne kadar özür dilersen dile, o yara daima orada duracaktır... 
Sözlü bir saldırı da en az fiziksel bir saldırı kadar yara verir... 
Oysa arkadaşlarımız bizim için mutluluktur, bizi güldürürler, başarı için cesaretlendirirler, bize dikkatli bir kulak sunarlar ve kalplerini bize açmaya her zaman hazırdırlar...” 
(...Sokrates) 

21 Nisan 2012 Cumartesi

ÇİRKİNLİKLERİN ÖRTÜLMESİ....





Büyük bir zat, oğluna şöyle vasiyette bulunur:
(Oğlum, insanlardan altın değil, dua iste! Altın biter, ama duanın faydası bitmez.)
Dua almak çok önemli bir iştir. Kabul olan dua, kaza ve kaderi değiştirir. Ana babanın evladına duası, Peygamberin ümmetine duası gibidir. Onlar, bize ne yaparsa yapsın, itiraz etmemeli, onları gücendirmemeli. Büyük zatlar o yüksekliklere, ana babalarının, hocalarının rızası ve duasıyla gelmiştir. Araba ne kadar güzel olursa olsun, benzine ihtiyaç vardır. Büyükleri ilerleten benzin de duadır. Herkes bu gücün, para olduğunu zannediyor, ama para bugün var, yarın yok. Dua ise, asırlar boyu devam edecek bir servettir, sermayedir.
İnsanlarla görüşürken, alışveriş yaparken, nezaket çerçevesinde davranmalı, kızıp öfkelenmemeli. Onlar ne söylerse söylesin, (Sen haklısın) demeli. Peygamber efendimiz, (Kendi haklı iken, karşısındakine sen haklısın diyene, Cennette köşk verilecektir, bunun kefili benim) buyuruyor. Meraklının biri, meşhur bir zata sorar:
- Efendim herkes sizi seviyor, sizden övgüyle bahsediyor, hâlbuki insanlar çeşitli karakterdedir, bu insanları memnun etmek çok zordur, bunu nasıl başarıyorsunuz?
O sırada kar yağıyormuş, kar her tarafı örtmüş. O zat der ki:
- Şu pencereden bir bak, ne görüyorsun?
O şahıs, pencereden bakıp, her tarafın bembeyaz karla kaplı olduğunu görüp der ki:
- Efendim her yer kar.
- Peki, kardan başka bir şey görebiliyor musun?
- Kar her tarafı örtmüş efendim.
- İşte bizim sevgimiz kar gibidir, kimin ne kusuru, yaramazlığı varsa hepsini örter, biz de görmeyiz. Kar nasıl, çöpleri, pislikleri, çirkinlikleri örtmüş, her taraf mis gibi bembeyaz manzara içindeyse, biz de daima beyazı, sevgiyi görürüz. Dünyada sevginin hâlledemeyeceği hiçbir şey yoktur. Öfkeyle de hâlledilebilecek hiçbir şey yoktur. Güzel sözle, sevgiyle yılan deliğinden çıkar, size itaat eder. Ama öfkeyle kalkan zararla oturur, eşi, çocuğu ona sıkıntı verir. Öfke zarar getirir. Resulullah efendimiz, nasihat isteyen birine, (Öfkelenme) buyurdu. O kişi, farklı taraflardan gelip birkaç kere sordu, hepsine de, (Öfkelenme) buyurdu. Allahü teâlâ, iyileri (Onlar, bollukta da, darlıkta da infak eder, öfkelerini yener, insanları affederler) diye övüyor. O hâlde öfkemizi yenmeye çalışmalıyız.

20 Nisan 2012 Cuma

HAYIRLI CUMALAR...



Kim Allah içinse Allah da onun içindir. Allahü tealanın rızasını düşünerek haraket edenleri, insanlar ne der diyerek Allahü tealanın rızasından vazgeçmeyenleri, insanların kızacakları işlerde Allahü tealanın rızasına uyanları Allahü teala himayesine alır. İnsanların rızasını gözetip, Rabbimizin rızasına uymayanların, Allahü tealanın gadab edeceği işlerde insanların rızasına uyanların işini insanlara bırakır.
Mahşer yerinde bir mü’minin hesabı görülür, günahları ağır gelip, cehenneme götürülürken, Allahü teala şu sevapları da ilave edin buyururmuş. Söylenilen sevaplar ilave edilince, sevap kefesi ağır gelir. Melekler derlermiş ki; ya Rabbi biz bunun defterinde böyle sevaplar göremedik, bu sevaplar nerden geldi, nedir diye sorarlarmış. Allahü teala da; Siz onları göremezsiniz çünki o sevapları işlemedi. Onun için defterine yazılmadı fakat ihlaslı bir şekilde o sevapları yapmaya niyet etti. Bazı sebeplerle yapamadı. Bu niyetinden dolayı o sevapları yapmış kabul ettim buyurur. (Dinimizde güzel niyete bile sevap vardır). 




19 Nisan 2012 Perşembe

KUŞLAR NE DİYOR?...


İmam-ı Begavi hazretleri, Kab-ül-Ahbar hazretlerinden nakleder. Bazı kuşlar öterken derler ki:

Tavus kuşu: Cezalandırdığın gibi cezalandırılırsın.
Hüdhüd: Merhamet etmeyene merhamet olunmaz. 
Göçeğen: Ey günahkârlar, Allahü teâlâdan af ve mağfiret isteyin! 
Kaya kuşu: Her canlı ölecek, her yeni eskiyip çürüyecektir. 
Kırlangıç: Ne yaparsanız, onu bulursunuz. 
Güvercin: Yeri göğü mahlûkatla dolduran Rabbimi, noksan sıfatlardan tenzih ederim. 
Kumru: Sübhâne Rabbiyyel-a’lâ. 
Karga: Allahü teâlâ her şeyi helak edecektir. 
Kustat kuşu: Susan, başına belâ ve musibet gelmesinden kurtulur. 
Papağan: Düşüncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun! 
Doğan: Sübhâne Rabbî ve bihamdihî.

Bu kuşların ötüşleri, konuşmaları, yalnız bu sözlere ve mânâlara mahsus değildir. Neml suresinde, karınca ve hüdhüdün konuşmalarının bildirilmesinden, ihtiyaca göre öterek ses çıkardıkları, konuştukları anlaşılmaktadır. Kuşların, diğer vahşi hayvanların sesleri ve kâinattaki hareketlerin hepsi, Allahü teâlânın, peygamberlerine ve evliyasına hitabıdır. Evliya, bu ses ve hareketleri, makamlarına ve derecelerine göre anlar, çünkü peygamberler, kuşların ve diğer hayvanların dillerini bilirler. Evliya-yı kiramsa, onların dillerini aynen bilemez. Sadece, onların seslerinden kendi hâllerine ait olan hususları, Allahü teâlânın kalblerine ilham etmesiyle bilirler. (Ruh-ul-Beyan, Peyg. Tarihi Ans.)

18 Nisan 2012 Çarşamba

SÖYLENMESİ CAİZ OLMAYAN SÖZLER 2...


16- (Allah unutmadı) demek edepsizlik olur. Sanki böyle demekle unuttuğu zaman da olabilir anlamı çıkmaması için böyle söylememeli.

17-
 (Allah yarattı demem döverim, almadan vermek Allah’a mahsus) gibi sözler küfür olmaz, ancak, Allahü teâlânın ismini, gereksiz yere kullanmak hürmetsizlik olur. Lüzumsuz yere yemin gibidir.

18-
 Şerefsizim ki doğru söylüyorum demek caiz değildir. Müslüman böyle söylemez. 

19-
 (Anam avradım olsun) demek küfür olmaz. Ama Müslümana böyle söylemek yakışmaz. 

20-
 Kalbin çalışmasına Allah’ın mucizesi denmez. Allah’ın kudreti, hikmeti demelidir. 

21- 
İlah yerine "Ey rahmeti bol padişah" demek, ibadet olmayan yerlerde caizdir.

22-
 Eskimiş Kur'an demek caiz değildir. Eski Mushaf olur ama, eski Kur'an olmaz. Kur’an, Allah kelamı demektir. Kur'an-ı kerimin kağıtlara yazılmış şekline Mushaf denir. Bunun gibi, büyük Kur'an, küçük Kur'an demek de caiz olmaz.

23-
 Kur'an için antivirüs programı, Resulullah için yürüyen Kur'an, Savaş Peygamberi, Allah için mimar, sanatçı diyenler var. Böyle söylemek caiz değildir. Çünkü Allahü teâlânın isimleri, tevkîfîdir, yani dinin sahibinin bildirmesine mevkuftur, bağlıdır. İslamiyet’in söylediği ismi söylemelidir. İslamiyet’in bildirmediği isim söylenemez. Ne kadar iyi, güzel isim olsa da, söylenmez. Dinde bid’at çıkarılmamalı. Diğerleri de böyledir. Allah Resulüne, Allah kelamına saygı göstermeli, yabancıların tuzaklarına düşüp de Müslüman olarak böyle şeyler söylememeli.

24- 
Bazıları, “Domuz oğlu domuz, domuz gibi bakıyorsun. Eşek oğlu eşek demek küfürdür, çünkü böyle söyleyince Hazret-i Âdem'e kadar gider. Böyle söyleyenin iman ve nikahını tazelemesi gerekir” diyorlar. Bunlar doğru değildir. Hazret-i Âdem'e kadar gitmez. Böyle söylemek uygun değilse de, küfür olmaz. Müslüman böyle sözler söylemez.

25-
 (Anladıysam Arap olayım) demek uygun değildir. Niyeti, Arabı, Peygamber efendimizi kötülemek ise küfür olur.

26-
 (Allah bana kulum demesin) diyerek yemin etmek caiz değildir, çok tehlikelidir.

27-
 Allah’a akıl sahibi demek caiz değildir, akıl mahluktur. Allahü teâlâ aklın yaratıcısıdır.

28-
 Eskiden mürşid-i kâmiller vardı, ama dünya işlerinden anlamazlardı demek caiz değildir. Onlar ahiret işleri gibi, dünya işlerini de bilirlerdi. Bazı kimseler de evliya ayrı, âlim ayrı diyorlar. Yani evliya ilimden anlamaz diyorlar. Evliya haramdan, mekruhtan kaçan salih kimsedir. İlim olmadan haramdan, bid'atlerden nasıl kaçılır ki? 

29-
 İnsanlar için, (Beni ihya etti, beni ihya ettiniz) demek caiz değildir. İhya etmek kelimesi, canlandırmak, can vermek, diriltmek anlamındadır. Bu anlamda kullanılması uygun değildir. 

30-
 Allah insanı veya şu çocuğu özenerek yaratmış demek caiz değildir. Allahü teâlâyı acizlikle suçlamak olur. Allah bir şeye "Ol" dedi mi hemen oluverir. O şeyi yaratmak için zahmet çekmez, yorulmaz. Yaratıcı, yaratılanla mukayese edilmez. İnsanı veya güzel çocuğu yaratmak için çok gayret gösteriyor, hayvan veya çirkin çocuk için özenmeye lüzum görmüyor demek olur ki, böyle sözler insanı imandan çıkarır. (Hadika)

17 Nisan 2012 Salı

SÖYLENMESİ CAİZ OLMAYAN SÖZLER...


1- Bir alet çalışmayınca veya bozulunca azizlik etti demek uygun değildir. Çünkü dinimizde aziz; izzetli, şerefli, değerli, evliya gibi anlamlara gelir. Bozulunca şerefli bir iş yaptı denmez.

2- Çocuk yedinci kattan düştü. Mucize olarak kurtuldu demek caiz olmaz. Çünkü mucize sadece Peygamberlerde görülür, çocuğa Peygamber denmiş olur. Allah’ın kudreti ile kurtuldu demek gerekir.

3- Günahkâra veya kâfire, (Günah keçisi) demek caiz değildir. 

4- Ana babası Hıristiyan olan, namazda zammı sure olarak (Rabbenağfirli velivalideyye...) âyetini okuması caizdir, salli bariklerden sonra dua olarak caiz değildir.

5- (Haram ama seviyorum) demek haram olur, küfür olmaz.

6- (Allah yazdıysa bozsun) demek, dua niyetiyle caizdir.

7- Kâfire, (dayı, amca, dayıcığım, buyurun) demek, âdet olarak söylendiği için caizdir.

8- Allah bizi düşündüğü için göz vermiş demek caiz olmaz. Zira düşünmek mahluklara mahsustur.

9- (Allah kuşlara kanat vermeyi ihmal etmemiş) demek uygun değildir. Allahü teâlâ ihmal etmez. Sanki ihmal de edebilir anlamı çıkacağı için söylememeli. İhmal etmez anlamında söylemek küfür olmaz.

10- Yüzünü gören Cennetlik veya hacı oluyor, demek caiz olmaz. Çünkü bir kimseyi görmekle Cennetlik veya hacı olunmaz. Bu bakımdan böyle söylemek yanlıştır.

11- Müslümana şeytan gibi adam demek caiz değildir. Cin gibi demek caizdir.

12- Müslüman ölü için (Toprağı bol olsun) demek caiz olmaz, bu ifade gayrimüslimler için kullanılır.

13- (Allah kuşların planını kader defterine çizerken yakıt ihtiyaçlarını da hesaba katmış) demek caiz ise de böyle ifadeler kullanmak uygun olmaz.

14- (Allah insanın binasını hücre tuğlası ile örmüş) demek caiz ise de dememelidir.

15- Kâfire yaptığı iyilik için Allah razı olsun ifadesini imana gelmesini veya "Allah razı olduğu şekle çevirsin" diye niyet ederek söylemek caizdir.


15 Nisan 2012 Pazar

CENNET OLAN EV...







Peygamber efendimiz, (İnsanların hayırlısı insanlara faydalı olandır, insanların kötüsü insanlara zararlı olandır) buyuruyor.
Günahlar iki kısımdır: Birincisi, Allahü teâlâ ile kul arasındaki günahlardır. Diğeri ise, kullar arasındaki günahlardır, yani kul hakkıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Bir müminin üzerinde azıcık kul hakkı olsa, bu kul hakkından kurtulmadıkça, helâlleşmedikçe, bütün peygamberlerin ibadetlerini yapsa Cennete giremez) buyuruyor.
Ehl-i sünnet âlimleri, (Kul hakkına riayet edemeyecek olan evlenmemeli) buyuruyor. Evlenecekse bilsin ki, evlendiği hanım, Allahü teâlânın kuludur. Kul hakkı geçmemesi için, karşısındakinden fedakârlık beklemek yerine, kendi fedakârlık göstermelidir. Onun için insan, önce kendinden vermelidir. Kendinden vermedikten sonra, başkasından bir şey beklemek veya istemek uygun değildir. İşte bunlar, evlenen Müslümanlara vasiyettir, nasihattir. Bunlar, evlenecek olanların kulaklarına küpe olmalıdır. Kurtulmak veya felakete düşmek, bu karara bağlıdır. Kadın, Allah’ın kuludur, köle, esir değildir. O bir Müslümandır. Başını örtüyor, namazını kılıyorsa, Cennetten dünyaya inen bir nimettir.

Sınır tecavüzü olmazsa
Bir zat, bir sohbetinde, (Saliha hanıma, dünya işleri için laf söylenmez) deyince, oradaki biri, şaşırır, (Efendim, bir şey söylememek mümkün müdür?) diye sorar. O zat buyurur ki:
Mümkün olmasa, bu söylenmez. Yapmadığı şeyi söylemenin vebali vardır. Nitekim Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde mealen, (Sen yapmadığın şeyi karşındakine nasıl söylersin?) buyuruyor. Biz çok iyiyiz, bir sıkıntı yok, neden? Müslümanlığı yaşadığımız için. Hanım da, Müslümanlığı yaşıyor, ben de. O da kul hakkını biliyor, ben de. O da kendine ait vazifeleri biliyor, ben de. Ne kaldı geriye? Zaten edep, haddini bilmektir, o da haddini biliyor, ben de haddimi biliyorum, sınır tecavüzü yok, sınır tecavüzü olmazsa her taraf güllük gülistanlık olur.
Hazret-i Ali, (İyi geçim olan ev Cennettir, kötü geçim olan ev Cehennemdir) buyuruyor. Nefsin isteklerini yapmak için, hayatımızı Cehenneme çevirmek, akıllı kimsenin yapacağı iş değildir. Dine aykırı iş yaparak, kul hakkına girerek, dünyasını Cehenneme çeviren kimse, âhiretini de kaybetmiş olur.
 

14 Nisan 2012 Cumartesi

EVLENMEKTEN MAKSAT..



Peygamber efendimiz, (İki Müslüman Allah rızası için bir araya gelse, şeytan uzakta bekler, yanlarına yaklaşamaz) buyuruyor. Saliha bir hanımla evlenince de, iki Müslüman bir araya gelmiş olur, şeytan aralarına giremez. İkisi iyi geçindiği müddetçe, İblis zarar veremez. Ama bir hır gür çıkarsa, Allah muhafaza etsin, şeytan gelir, hem bir tane değil, birçoğu üşüşür, aralarını bozar. Zaten içimizde olan nefis de, bu durumu fırsat bilip, elinden geleni yapar.
Evlenecek kardeşlerimize çok önemli bir tavsiyemiz var. Evlenecek kimsenin, çok korkması gereken şey, kul hakkıdır. Gelen hanım, hizmetçi değildir, Allah’ın bir kuludur. Âhirette en zor hesap kul hakkından verilecektir. Onlar esir, köle değildir. Kıymetini bilen için sultandır. İslamiyet’in dışına çıkarsa, kocasına da günah yazılır. Evlenmekten maksat, bir Müslüman hanımı kurtarmak ve onu hak yolda muhafaza etmektir. Bunu başarabilen kimse, çok kıymetli insandır.
Başını örten, namazını kılan, eşine itaat eden hanım, Cennet nimetinin tâ kendisidir.
Kadın, âhirette üç şeyden sorguya çekilir:
1- Dine uygun örtündün mü?
2- Namazını istenilen şekilde kıldın mı?
3- Eşine itaat ettin mi?
Ama erkeğin durumu öyle değildir. Eve getireceği rızıktan ve kadının hâl ve hareketinden de mutlaka sorulacaktır. Mesuliyeti büyüktür. Kadının günaha girmesi, Allah muhafaza etsin, kocasının bütün ibadetlerinin sevabını yok eder, çünkü kötülük daima iyiliğe hâkimdir. Erkek, yuvasında İslamiyet’i muhafaza etmek için her fedakârlığı yapmalı, her sıkıntıya katlanmalı, her tedbiri de almalıdır. Evde Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları mutlaka okunmalıdır.
Peygamber efendimiz, (Evlenen ve evlendiren Allah’ın dostudur) buyuruyor. Dinimize uygun şekilde, uygun yerlerde evlenenler ne şanslıdır. Ya dinimize uygun olmayan şekilde, haram işleyerek, uygun olmayan yerlerde evlenselerdi? O yuvadan hayır gelir miydi? Büyükler, (Keennel-harâme nârün=Haram ateştir) buyuruyor. (Keenne) demek, (hemen hemen) manasındadır. Büyüklerin, (hemen hemen) demesi tahmin, zan değildir, onların zanları kesinlik ifade eder. O büyükler, kibir gibi görülmesin diye (Zannediyorum) derler. Netice, haram mutlak ateştir. Bu ateşe düşen yanar, mahvolur. Ateşin içinde olan, nasıl mutlu olabilir?

11 Nisan 2012 Çarşamba

MARANGOZUN GÖRMEDİĞİ...


Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti.
Patronuna işten ayrılarak artık ailesi ve torunlarıyla zaman geçirmek istediğini söyler.
Bunun karşılığında patronu marangozdan son bir isteği olduğunu ve ondan son bir kez bir ev yapmasını söyler.
Marangoz kabul eder ve işe girişir.
Fakat gönlü artık işte olmadığı için baştan savma işçilik ve kalitesiz malzeme kullanarak evi bitirir.
İşini bitirdiğinde patron evi gözden geçirmek için gelir.
Dış kapının anahtarını marangoza uzatır."Bu ev senin" der, "sana benden hediye".Marangoz şoka girer.
Bu nasıl olur diye düşünür.
Bu son diye bir an önce bitirmek için yaptığı evin kendisinin olduğunu öğrenince çok utanır.
Bu evin kendi evim olduğunu bilseydim hiç böyle yapar mıydım diye düşünür ve yaptığı hatanın farkına varır.
Bir başkası için yaptığı iş aslında kendi kullanacağı standartların çok altındadır.

Evet kendi hayatınızda da marangoz sizsiniz.
Her gün bir çivi çakar,bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz.
Hayat bir "kendin yap" tasarımıdır.
Başkaları için yaptığınızı düşündüğünüz olumlu ya da olumsuz her şey, sizin kendi evinizi inşa eder.
Oturduğunuz evin güzelliği de,çirkinliği de sizin eserinizdir..



8 Nisan 2012 Pazar

HAYATA DAİR..




İnsan bazen vermeli, almak için... 
Bir yürek vermeli önce, bir gönül 
O yüreğe sevgi vermeli, dostluk vermeli 
Umut ekmeli o sevgi, dostluğu büyütmek için 
Bir hayat olmalı; iki kişinin paylaşacağı bir ömür için 
Zaman vermeli, anlayış vermeli 
İsteklerine gem vermeli... 
Bir ömrü paylaşmak için, iki kişilik sevgi vermeli 
Dürüstlük vermeli saygılarını vermeli 
Bazen taviz vermeli prensiplerinden... 
Bazen sıkılmalı başkası için, 
İstemediği şeyleri yapmalı paylaşmak adına hayatı 
Birazda cesur olmalı adım atmak için 
Verdikten sonra beklemeli, almak için 
Sabırla, umutları soldurmadan beklemeli 
Bekleyişin hazzını tatmalı 
Vuslatı arzulayarak, özlemlere umut ekmeli 
İnsan vermeli önce kendisinden 
Sonradan almak için... 
... 
“-?Düşüncelerin neyse hayatın da odur... 
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan, 
düşüncelerini değiştir...” 

(...William Shakespeare) 

OSMAN GAZİ...



Sultan birinci Osman han, Ertuğrul beyin oğlu ve Süleyman şahın torunudur. Süleyman şah, Cengiz fitnesinde Ahlat taraflarına yerleşmişti. Osman han, Osmanlı devletinin kurucusudur. 1257 yılında Söğüt’te doğup, 1326 da Söğüt’te vefat etti. Bursa’dadır. 

1281 yılında babası Ertuğrul bey vefat edince yerine geçti. İnegölü, Karacahisarı Rumlardan aldı. 1299 da Konya’daki Selçuk sultanı üçüncü Alaüddin Keykubad, Gazan hana esir olunca, Yenişehir’de Osmanlı devletini kurdu. 

Cesur, zeki ve tam bir Müslüman idi. Çok cömert idi. Şeyh Edebali hazretlerinin kızı ile evlenip, bundan Alaüddin paşa oldu. Ömer beyin kızı Bala hatundan da sultan Orhan oldu. Konya Selçuki sultanı Alaüddin şahın 1288 senesinde sultan Osman’a gönderdiği takdir ve iltifat ve nasihatlerle dolu uzun mektubu ve sultan Osman’ın edep ve nezaket dolu cevabı, Mirat-i kâinat kitabında yazılıdır. 

Ömrü, Rum kâfirleri ile savaşmakla ve İslamiyet'i yaymakla geçti. Müslümanları rahata, huzura kavuşturmak için çalıştı. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan beye gönderdiği vasiyetnamesi, İslamiyet'e olan sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına olan gönülden bağlılığını açıkça bildirmektedir. Vasiyetnamenin özü şöyledir:

(Allahü teâlânın emirlerine muhalif bir iş işlemeyesin! Bilmediğini İslam ulemasından sorup anlayasın! İyice bilmeyince bir işe başlamayasın! Sana itaat edenleri hoş tutasın! Askerine inamı, ihsanı eksik etmeyesin ki, insan ihsanın kuludur. Zalim olma! Âlemi adaletle şenlendir. Ve Allah için cihadı terk etmeyerek beni şâd et! Ulemaya riayet eyle ki, ahkam-ı İslamiye işleri nizam bulsun! Nerede bir ilim ehli duyarsan, ona rağbet, ikbal ve hilm göster! Askerinle ve malınla gururlanma! Bizim mesleğimiz Allah yolunda cihaddır ve maksadımız Allah’ın dinini yaymaktır. Yoksa, kuru kavga ve cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü teâlâya emanet ediyorum.) 
Osmanlı sultanları, bu vasiyetnameye candan sarılmış, devletin altıyüz sene hiç değişmeyen anayasası olmuştur.

AKLI BIRAKMAK NE DEMEK?



Aklı bırakmak demek, haddini bilmek demektir. Aklın her şeyi bilemeyeceğini ve bilenlere tâbi olmak gerektiğini anlamak demektir.İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dini hükümleri kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir.(1/214)
Kâmil ve mükemmil [yetişmiş ve yetiştirebilen] bir zat ele geçerse, bütün arzuları, istekleri, onun eline bırakmalı, ölü yıkayıcının elinde, teneşirdeki ölü gibi olmalı. Ancak böyle olan kimse maksada kavuşur.(1/61)
Allahü teâlâ da, Resulü de, doğru yoldaki âlimlere tâbi olmamız gerektiğini bildiriyor. Tâbi olmak, her konuda ona itaat etmek demektir. Kendi aklına uymaya, tâbi olmak denmez. Bir âyet-i kerime meali:
(Allah’a itaat edin, Resulüne ve sizden olan ülül-emre itaat edin!)[Nisa 59]

Yine Nisa suresinin 83. âyet-i kerimesinde, ülül-emre uyulması, sorulması gerektiği bildiriliyor.

Bu âyet-i kerimelerde geçen ülül-emrin âlimler demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)

Peygamber efendimiz de, âlimleri rehber edinmemizi emrediyor. İki hadis-i şerif meali şöyledir:
(Âlimlere tâbi olun!) [Deylemi]

(Âlimler birer kılavuz, birer rehberdir.) [İ. Neccar]

Âlime tâbi olunca, kendi görüşümüzü, kendi aklımızı bırakmamız gerekir. Kendi görüşümüzde ısrar edersek, âlime tâbi olmamızın ne önemi olur ki?

6 Nisan 2012 Cuma

CUMA GÜNÜ VE GECESİ NE OKUMALI..



Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Cuma gecesi Kehf suresi okuyan, Kıyamette, yerden göğe kadar bir nurla aydınlanır. İki Cuma arasında işlediği günahlar da affolur.) [Tergib]

(Cuma günü 80 salevat getirenin, 80 yıllık günahı affolur.)
 [Dare Kutni]

(Cuma günü veya gecesi Duhan suresini okuyana Cennette bir köşk ihsan edilir.) [Taberani] 

(Cuma gecesi Yasin suresini okuyanın, günahları affedilir.)
[İsfehani] 

(Cuma günü gusledenin günahları affolur.) [Taberani]

(Cuma günü sabah namazından önce, "Estağfirullahelazim ellezi la ilahe illa hüvel hayyel kayyume ve etubü ileyh" okuyanın, deniz köpüğü kadar da olsa günahları affolur.)
 [İbni Sünni]

(Cuma namazından sonra, yedi defa ihlas ve muavvizeteyn okuyanı, Allahü teâlâ, bir hafta, kazadan, beladan, kötü işlerden korur.)
 [İ.Sünni]


HAYIRLI CUMALAR..

4 Nisan 2012 Çarşamba

İMANIN DOĞRU OLMASI İÇİN GEREKLİ ŞARTLARDAN BAZILARI..



İmanın doğru olması için gerekli şartlardan bazıları:

1-
İmanda sabit olmak: Üç yıl sonra dinden çıkacağım diyen, o anda dinden çıkar. 

2-
Havf ve reca arasında olmak: Yani Allah’ın azabından korkup, rahmetinden ümit kesmemek.

3-
Can boğaza gelmeden iman etmek: Ölürken, ahiret hallerini gördükten sonra kâfirin imanı geçerli olmaz. Fakat o anda da, Müslümanın günahlardan tevbesi kabul olur.

4-
Güneş batıdan doğmadan önce iman etmek: Güneş batıdan doğunca tevbe kapısı kapanır.

5-
Gaybı yalnız Allahü teâlâ bilir: Fakat Allah’ın bildirdiği peygamber veya evliya da bilebilir.

6-
Kâfirliğe sebep olan bir şeyi kullanmamak ve söylememek gerekir:Mesela haç takmamak, şakadan da olsa, ben kâfirim dememek gerekir.

7-
Dini bir hükümde şüphe etmemek: Mesela namaz farz mı, şarap haram mı diye tereddüt etmemek.

8-
İtikadını İslam dininden almak: Tarihçilerin, felsefecilerin değil, Muhammed aleyhisselamın bildirdiği şekilde iman etmek gerekir.

9-
Hubbi fillah, buğdi fillah üzere olmak: Sevgi ve nefreti yalnız Allah için olmak. Allah düşmanlarını sevmek, onları dost edinmek, Allah dostlarına düşman olmak küfrü gerektirir. Mesela Sokratı sevmek, imam-ı Gazali hazretlerine düşman olmak gibi.

10-
Ehl-i sünnet vel cemaate uygun itikad etmek.