30 Haziran 2012 Cumartesi

AKILLI TÜCCAR GİBİ OLMALI...




Dinimiz iki temel üzerine oturmuştur: biri sabır, diğeri şükür.

Namazda Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi vesellem) selam veriyoruz. Evliyanın isimlerinin anıldığı yere ruhları geldiği gibi, Peygamberlerin de gelir. Biz O’na selam verdiğimiz zaman Peygamber efendimiz o namaz kılanın önünde tecessüm edip, kim bana selam veren diye o selam vereni hafızasına alır. Vefat ederken de tanır. Kabrde de tanır ve kabre girince bize hoş geldin der...  Zaten bu da yeter.
Kabrde hoş geldin denilmesi çok mühimdir, bu söze muhatab olabilecek şekilde yaşamamız lazım, bunun için de her saniyenin kıymetini bilmeliyiz. Niyetimizi düzeltmeliyiz, sevilip-sevilmeyecekleri iyi bilmeliyiz... Ne ektiğimizi ve ne biçeceğimizi iyi hesab etmeliyiz... Akıllı tüccar gibi olmalıyız.   

29 Haziran 2012 Cuma

HAYIRLI CUMALAR..



Dünyada en mühim şey; kimi seveceksin, kimi sevmeyeceksin; hangisi iyi, hangisi kötü olduğunu ayırabilmektir. İnsan, bunu kendisi ayıramaz. Onun için, Cenab-ı Peygamber efendimiz aleyhisselatü vesselam bile dua ediyorlar: “Allahümme erinel hakkı hakkan ve erinel bâtılı bâtılan”. “Ya rabbi, bana doğruyu doğru, eğriyi eğri bildir” diye dua ediyorlar. Bir insan  kötüye iyi diye sarılırsa, kötüyle beraber haşr olur. İyiye düşman olursa Allahın gazabına uğrar. Yanlışa doğru diye sarılırsa, mahvolur. Doğruya yanlış diye saldırırsa dünyasını da ahiretini de yıkar, helak olur. Onun için doğruyu doğru bilmek, eğriyi eğri bilmek, kimin sevilip, kimin sevilmeyeceğini bilmek dünyada en zor ve en mühim meseledir.


28 Haziran 2012 Perşembe

HAYAT DÜSTURLARIMIZ....




 
-Kalbin temizlenmesi için iki şart vardır: Biri, helâl yemek. Diğeri, dünyaya düşkün olandan, lüzumsuz konuşandan kaçmak.
 
-Bu kalp iki şekilde temizlenir. Birincisi, ibadet. İkincisi, sohbet.
 
-İslamın beş şartı, kalbi temizler, Allaha giden yolu açar. İnsanla, Rabbi arasındaki perdeler kalkarsa, Allahü tealanın sıfatlarını görür. Yoksa kendini, zâtını görmeye bu dünya müsait değildir. İnsanın aklı Allahü tealayı anlayamaz.
 
-İnsan yemek yemese, gıda almadığı için, sonunda ölür. İnsanın kalbi de, gıdasını alamazsa bir gün ölür. Kalbin gıdası ilmdir. Fekat kalbin gıdasını vereceğim derken, onu zehirlememelidir. Çünki bizi kurtaracak olan, beynimizdeki bilgiler değildir. Onlar zaten unutuluyor. Ancak kalbimizdeki nur, kalbimizdeki sevgi, muhabbet, o büyüklerin temizlediği kalp, son nefesde kurtulmağa sebepdir.

26 Haziran 2012 Salı

SÜNNETLERİMİZ....



Sünnet iki türlüdür:
1- Sünnet-i hüda [Müekked sünnetler],
2- Zevaid sünnetler [Âdete bağlı sünnetler].

Unutulmuş bir sünneti meydana çıkarmak, çok kıymetlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehid sevabı vardır.) [Hakim] 





Bu postta her hafta bir sünnetimizi sizlerle paylaşacağım.Umarım böylece unutulmuş bir sünneti hatırlar ve yerine getirmeye çalışırız.


Bu haftaki sünnetimiz.


 Yemeklerden önce ve sonra elleri yıkamak. [Yemekten önce yıkanan elleri kurulamamak sünnettir. Yemekten sonra yıkanınca kurulamakta mahzur yoktur.]

25 Haziran 2012 Pazartesi

İKİ İLAÇ




 Öyle iki ilaç var ki, bir tanesi ebedi cehennemden kurtarır, bir tanesi de hesapsız cennete götürür. Birinci ilaç, Lâ ilâhe illâllah muhammedün resulullah. Bu kelimeyi tevhidi söyleyen ve inanan cehennemde ebedî olarak yanmaz. İkincisi de, istiğfardır. Buyuruluyor ki; istiğfar her derde devadır, son nefeste imanla gitmeye sebep olur.

23 Haziran 2012 Cumartesi

HAKLI İKEN HAKSIZIM DEMEK...




Tövbenin iki ana unsuru vardır. Biri hatasını kabul emek, ikincisi de pişman olmaktır.

Büyükler buyuruyor ki, Ben haklıyım diyen herkes ahirette pişman olacaktır. Haklı olduğu halde haksızım diyenlerin cennete gireceğine kefilim buyuruluyor. Haksız olup da haklıyım demek ise büyük felakettir.  İki felaket vardır ki; bu kötü huylar kimde varsa çok fenadır. Biri inat, biri de kibirdir. Ben haklıyım demek ve kendini başkasından üstün görmek... Bunlar mü'min olmaya engeldir, son nefeste imansız gitmeye sebeptir..

22 Haziran 2012 Cuma

TÖVBE ERTELENMEMELİDİR ve HAYIRLI CUMALAR.....




Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî “rahmetullahi aleyh” hazretleri buyurdular ki; 
Günah işleyince, hemen tövbe etmelidir. Gizli işlenen günâhın tövbesi gizli yapılır. Açık işlenmiş günâhın tövbesinin de açık yapılması lâzımdır. Tövbe etmeyi geciktirmemelidir. Kirâmen kâtibîn melekleri, bir günah işlenince, yazmak için üç saat bekler. Bu zamanda tövbe yapılırsa, o günâhı yazmazlar. Tövbe etmezse, o zaman yazarlar.
Ca’fer bin Sinân (rahmetullahi aleyh) buyurdu ki: “Tövbeyi geciktirmek de, ayrıca bir günahtır. Hattâ, işlenen günahdan daha büyük günahtır. (Bundan anlaşılıyor ki, farz namazı özrü olmadan, vaktinde  kılmayanın, hemen kaza etmesi lâzımdır. Kazayı geciktirmek, daha büyük günah olur.) Tövbe, hemen yapılmazsa, başka zamanlarda hemen yapmaya çalışmalıdır. Ecel gelmeden önce tövbe etmelidir. Tövbe her zaman kabul olur. Hadîs-i şerîfde buyuruldu ki: “Allahü teâlâ, gündüz işlenen günahlar için, o gece tövbe edilmesini bekler. Gece işlenen  günahlar için, ertesi gün tövbe edilmesini bekler.”Vera’ ve takvâya sarılmalıdır. Haramlardan ve şüphelilerden sakınmalıdır.                

21 Haziran 2012 Perşembe

EDEP VE TEVAZU...



İnsanın iki zîneti vardır. Biri edeb diğeri de tevâzu. Bu dîn edebdir. Başı da ortası da sonu da edebdir. Edeb haddini bilmektir. Haddini aşdığın anda, adımını iki adım ileri atdığında bir başkasının ayağına basarsın. Herkes atacağı adımı öyle hesâblasın ki, bir başkasının ayağına basmasın. Her kemâlât tevâzu’dan meydana gelmiştir.

20 Haziran 2012 Çarşamba

OKUNACAK DUALAR...



* Resûlullah “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” buyurdu ki:



“Yunus aleyhisselâm balığın karnında; “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü min-ez-zâlimîn.” söyleyerek duâ etti. [Allahü teâlâ, duâsını kabul eyledi ve kıyâmete kadar bunu okuyan müminlerin duâlarını kabul edeceğini bildirdi.] Bir Müslüman, bu âyet-i kerîmeyi okuyup duâ edince, Allahü teâlâ duâsını muhakkak kabul eder.” [40 defa okumalıdır.]



* Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki:
“Allahü teâlânın bir nimet vermesini ve bunun devamlı olmasını isteyen, (Lâ havle velâ kuvvete illâ billah.) çok okusun!”

* Resûlullah efendimiz gam ve sıkıntıyı gidermek için;
“Lâ ilâhe illallâhül’azîm-ül-halîm. Lâ ilâhe illallâhü Rabbül-Arş-il’azîm. Lâ ilâhe illallahü Rabbüs-semâvâti ve Rabbül-Erdı Rabbül’Arş-il-kerîm.” okurdu.
* Korkulu yerlerde emin ve rahat olmak için; “Li îlâfi” sûresini okumalıdır. 
* Hadîs-i şerîflerde buyuruldu ki:
“Bir kimse, kabristandan geçerken, 11 defa ihlâs sûresi okuyup sevabını meyyitlere hediye ederse, kendisine ölüler adedince sevap verilir.”
“Bir kimse, evinden çıkarken Âyetelkürsîyi okursa, Hak teâlâ 70 meleğe emreder, o kimse evine gelinceye kadar, ona duâ ile istiğfar ederler.”
“Eve girerken ihlâs-ı şerîfi  okuyan fakirlik görmez.”
“Bir yere gelen kimse (Eûzü bikelimâtillâhi-ttâmmâti min şerri mâ haleka) okursa, o yerden kalkıncaya kadar, ona hiçbirşey zarar, kötülük yapmaz.”

* Bir yemek duâsı: “Elhamdülillâhillezî eşbe’anâ ve ervânâ min-gayri-havlin minnâ ve lâ kuvveh. Allahümme at’im-hüm kemâ at’amûnâ. Allahümmerzuknâ kalben, takıyyen, mineşşirki beriyyen, lâ kâfiren ve şakıyyen velhamdülillâhi rabbilâlemîn.”

* Tecdîd-i iman ve nikâh duâsını sık sık okumalıdır:
“Allahümme innî ürîdü en üceddidel imâne vennikâha tecdîden bi kavli lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah.”


Tam ilmihâl  Seâdet-i Ebediyye
  

19 Haziran 2012 Salı

KULLUK BÖYLE OLUR...



Bölgesinde sevilen sayılan bir mürşid-i kâmilin yüzlerce talebesi vardı, onları yetiştiriyordu. Talebelerinden bazıları evliyalık makamında yükselip, Levh-i Mahfuzu görmeye başlamışlardı. Tuhaf olan, Levh-i Mahfuzu gören talebe, bu mürşid-i kâmilden bir bahane ile uzaklaşıyordu. O mübarek zat da onlara hiçbir şey demiyordu. [İnsanların başına gelecek olaylar, doğacakları, ölecekleri ve ne iş yapacakları gibi bütün bilgiler, Levh-i Mahfuz denilen bir kitaptadır.]

Kalan talebelerden birisi de bu makama yükselmiş, Levh-i Mahfuzu görmeye başlamıştı, ama hocasını terk etmedi. Ancak eski neşesi gitmiş, hep üzüntülü duruyordu. Bir gün hocasıyla yalnızken, hocası, üzüntüsünün sebebini sordu. Talebe sustu. Bunun üzerine hocası, (Bazı arkadaşların bizi terk etti, sen niye terk etmedin?) diye sordu. Talebe yine sustu. Hocası, (O arkadaşlarının bizi neden terk ettiklerini biliyor musun?) diye sordu. Talebe yine cevap vermedi. Hocası, (Bak evladım, ahde vefa gösterip terk etmediğin için sana anlatayım) diyerek şunları söyledi:

(O arkadaşların ve sen, Allahü teâlânın izni ve ihsanıyla evliyalık yolunda epey mesafe kat ettiniz. Levh-i Mahfuzu görür hâle geldiniz. O arkadaşların Levh-i Mahfuza bakınca benim Cehennemlik olduğumu gördüler, o yüzden bir şey de demeyip benden kaçtılar. Yavrum, sizin bir sefer gördüğünüzü ben kırk yıldır görüyorum. Ama ne yapayım? Yüce Rabbim öyle takdir buyurmuş. Ben Ona ve âlemlere rahmet olarak gönderdiği sevgili Peygamber efendimize iman ettim, O ne getirmişse hepsine inandım, hepsini beğendim, kabul ettim. Emredilenleri yapıyor, yasak edilenlerden kaçıyorum. Bana düşen bu, iman etmek, vazifelerimi yapmak. Rabbim dilerse kabul eder, dilerse kabul etmez. Bize düşen, iradelerimizi Onun iradesine uydurmak, kulluk böyle olur, kul isek böyle olmalıyız. Takdir Rabbimizindir.)

Sonra ağlamaya başladı. Talebesi de ağlıyordu. Epey bir zaman ağlaştılar.

Talebenin birden yüzü değişti, (Hocam, hocam, bakın bakın, Levh-i Mahfuza bakın, isminiz yer değiştirdi, Cennetlikler kısmına geçti) diye sevinçle bağırdı. Hocası, gözyaşlarını silip bakınca aynı şeyi gördü, (Elhamdülillah) diyerek, şükür secdesine gitti.


18 Haziran 2012 Pazartesi

BENİM GÜZEL ÇİÇEKLERİM...





Önceden hiç beceremezdim çiçek bakmayı.Kimi zaman çok sulardım çürür giderdi,kimi zamanda sulamayı unutur susuzluktan öldürürdüm çiçekleri.Ama bu sefer başardım galiba.Bakın ne kadar da güzel oldular.


Bir maşallah diyelim lütfen nazara gelmesinler..

FIKIH İLMİ Mİ YOKSA TEFSİR İLMİ Mİ?




Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Çünkü dinin temeli fıkıhtır. İbni Abidin hazretleri, (Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır) buyuruyor. (Redd-ül Muhtar)
Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali şöyledir:
(Dinin temel direği, fıkıhtır.) [Beyheki]
(İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr]
(Fıkh bilmeden ibadet eden, karanlık gecede bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi]
(Âlimlerin en hayırlısı da fakihlerdir.) [İ. Maverdi]
(Allah, iyilik etmek istediği kulunu fakih yapar.) [Buharî]
Kur'an-ı kerimin mânasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve bildirmiştir. Tefsir, Resulullah efendimizin mübarek lisanından, Sahabe-i kirama ve onlardan Tâbiîne, Tebe-i tâbiîne ve böylece bize kadar sağlam kaynaklarla gelen bilgilerdir. 
Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayan derin âlim demektir. İmam-ı Beydavi hazretleri bunlardan biridir. Bu tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek gerekir. Ana ilimlerden biri, tefsir ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir.
Türkiye’de ilk defa Kur'an tercümesini, Cihan Kitabevi sahibi Misak isimli Hristiyan bir Ermenibaşlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. İmam-ı Gazalî hazretleri, (Fâsık ve bid'at ehli, Kur'anın manasını anlayamaz) buyuruyor. (İhya) [Bid’at ehli, Ehl-i sünnet itikadında olmayan, mezhepsiz olan demektir.]
Tefsir, akla değil, nakle dayanır. Ehl-i sünnet âlimlerinin, Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan alarak yaptıkları tefsirlere aykırı tefsir yazan, küfre düşer. Hadis-i şerifte, (Kur'an-ı kerimi kendi görüşüne göre tefsir eden kâfir olur) buyuruldu. (Deylemi, Mektubat-ı Rabbanî 1/234)
Tefsir, murad-i ilahiyi anlamak demektir. Kendiliğinden verdiği mâna doğru olsa bile, meşru yoldan çıkarmadığı için, hata olur. Verdiği mâna yanlışsa kâfir olur. (Berika)
Bir kimse, bir âyet-i kerimeyi tefsir ederken, açıklarken, yalnız kendi görüşüne, kendi aklına göre açıklama yaparsa kâfir olur. İşte bu sebepten dolayı, peygamberler hariç, insanların en üstünü olmasına rağmen, Hazret-i Ebu Bekr-i Sıddık, (Kur'an-ı kerimi kendi reyimle, kendi görüşümle tefsire kalkarsam, beni hangi yer taşır, hangi gök gölgeler?) buyurmuştur. (Şir’a)
Namaz kılacak kadar sûre ezberledikten sonra, fıkıh bilgilerinden farz-ı ayn olanları öğrenmeli. Çünkü lüzumlu fıkıh bilgisini öğrenmek farz-ı ayndır. Herkese, işine göre, lüzumlu olan farz-ı ayn olur. Fakat hepsini öğrenmek, Kur'anı ezberlemekten daha iyidir. (Redd-ül muhtar)
Ehl-i sünnet itikadı, farzlar, haramlar, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Âlimler, bu fıkhî hükümleri âyet ve hadislerden çıkarmışlardır. (Hadika s. 324)
İmam-ı Şa’ranî hazretleri de buyuruyor ki:
Namazların kaç rekât olduğunu, rükû ve secdede okunacak tesbihleri, bayram ve cenaze namazlarının nasıl kılınacağını, zekât nisabını, orucun ve haccın farzlarını, hukuk bilgilerini, Peygamber efendimizin açıklamaları olmadan Kur'an-ı kerimden anlamak mümkün değildir. İmran bin Hasinhazretleri, (Bize yalnız Kur'andan söyle!) diyen birine, (Ey ahmak, Kur'an-ı kerimden her şeyi anlamak mümkün mü? Mesela namazların kaç rekât olduğunu bulabilir miyiz?) buyurdu. Hazret-i Ömer de, (Farzlar seferde kaç rekât kılınır? Kur'anda bulamadık) diyenlere, "Allahü teâlâ bize Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Biz, Kur'an-ı kerimde bulamadıklarımızı, Resulullah’tan gördüğümüz gibi yapıyoruz. O, seferde dört rekâtlık farzları, iki rekât olarak kılardı. Biz de öyle yaparız" buyurdu. (Mizan)
İslam’a, Kur'ana uymak, tefsir okumakla değil, ancak hak olan bir mezhebe uymakla olur. Bir kimse, Kur'andan, tefsirden anladığına uyarsa, İslam’a uymuş olmaz. Kur'an-ı kerimde her hüküm varsa da, bunları doğru olarak, ancak Resulullah efendimiz anlayıp açıklamıştır. Resulullah'a uymak farzdır. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(De ki, “Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana tâbi olun!”) [Âl-i İmran 31]
(Ona tâbi olun ki, doğru yolu bulasınız.) [Araf 158]
Her Müslümanın dört hak mezhebden birine uyması gerekir. Uymayanın mülhid olacağını İmam-ı Rabbanî hazretleri Mebde ve Mead kitabında bildiriyor. Dört mezhebden birine uymayan Ehl-i sünnetten ayrılır. Ehl-i sünnetten ayrılanın da sapık veya kâfir olacağı S. Ahmet Tahtavî hazretlerinin Dürr-ül-muhtar haşiyesinde yazılıdır. Abdülgani Nablusî hazretleri de, (Bugün dört mezhebden başkasına uymak caiz değildir. Kur'an-ı kerimin mânasını öğrenmek isteyen, Ehl-i sünnet âlimlerinin kelam, fıkıh ve ahlâk kitaplarını okumalıdır) buyuruyor. (Hadika)
Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayıp, tefsir okumak, caiz değildir. Zaten, günümüzde tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmek imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen 72 fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mâna anladıkları için, sapıttılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi cahillerin tefsirden ne anlayabileceğimizi düşünmeliyiz! Doğru yazılmış tefsirleri okuyanlar böyle felakete düşerse, dinde reformcuların tefsirlerini okuyanın hâlinin çok daha kötü olacağı aşikârdır.
O hâlde dinimizi doğru olarak yazılmış ilmihâllerden öğrenmek gerekir.

17 Haziran 2012 Pazar

YALNIZ ALLAHÜTEALA DAN İSTE...



Bir tüccar hacca gidecekmiş, mübarek bir zâta sormuş, (kibirli ve parasına güvenir bir şekilde) demişki; üçyüz tane altınım var, hacca gidip gelene kadar bunlar bana yetermi demiş. Mübarek zat, bu para sana yetmez, ilave et, demiş. Tüccar gitmiş, arkasından bir derviş gelmiş; Efendi hazretleri ben hacca gidiyorum, bana dua et, demiş. Selametle git, selametle gel, demiş. Talebeleri, efendim birincinin parası çok, yetmez dediniz. İkincinin parası yok, selametle git, selametle gel buyurdunuz, ne hikmeti var acaba demişler. Buyurmuş ki; Birincisi parasına güvendi, ikincisi Allahü tealaya güvendi. Allahdan başka neye gönül bağlarsanız, Allahü tealadan başka neye güvenirseniz, o sizin başınıza bela olarak yeter, buyurmuş. Bu çok önemlidir. Allah var şeriki yoktur.

16 Haziran 2012 Cumartesi

MİRAC KANDİLİMİZ MÜBAREK OLSUN...



Mirac gecesini ibadetle, gündüzünü de oruçla geçirmeli. İki hadis-i şerif meali:
(Mirac gecesinde iyi amel eden için yüz yıllık mükâfat vardır.)[İ.Gazali]

(Recebin 27. günü oruç tutana, 60 yıllık oruç sevabı verilir.)[İ.Gazali]

Cuma günü tek olarak oruç tutmak, bazı âlimlere göre mekruhtur. Cumartesi günü oruç tutmak ise bütün âlimlere göre mekruh olduğu için, bu mübarek gün cumaya rastladığı zaman, orucu perşembe veya cumartesi ile birlikte tutmak iyi olur. Cumartesi gününe rastlarsa, Cuma ile cumartesi veya cumartesi ile Pazar günü beraber tutmak gerekir.

Bu gece kaza namazı kılmalı, Kur’an-ı kerim okumalı, dua, tevbe etmeli, sadaka vermeli, müslümanları sevindirmeli, bunların sevaplarını ölülere de göndermelidir!

Her zaman doğru iman sahibi olmaya, farzları yapıp haramlardan kaçmaya, tevbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bütün bunları yapmak ise ilimle olur. İlmihal bilgileri en kıymetli ilimdir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Geceleyin bir müddet ilim ile meşgul olmak, bütün gece sabaha kadar ibadet etmekten daha kıymetlidir.) [Ebu Nuaym]

Mirac aklın bittiği, imanın başladığı yerdir.

15 Haziran 2012 Cuma

HAYIRLI CUMALAR....



Büyük islâm âlimi Abdüllah-ı Dehlevî "rahmetullahi aleyh" (Mekâtib-i şerîfe) kitâbının 85.ci mektûbunda buyuruyor ki: 
 
Namâzın kıyâmında, rükü'unda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zemânında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyyetler, hâller hâsıl olur. Bütün ibâdetler namâz içinde toplanmışdır. Kur'ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek [ya'nî sübhânallah demek], Resûlullaha salevât söylemek ve günâhlara istiğfâr etmek ve ihtiyâcları yalnız Allahü teâlâdan istiyerek Ona düâ etmek namâz içinde toplanmışdır. Ağaçlar, otlar, namâzda durur gibi dik duruyorlar. Hayvanlar, rükü' hâlinde, cansızlar da namâzda (Ka'de) de oturur gibi yere serilmişlerdir. Namâz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmakdadır. Namâz kılmak, mi'râc gecesi farz oldu. O gece, mirâc yapmakla şereflenen, Allahın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namâz kılan bir müslimân, O yüce Peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaşdıran makâmlarda yükselir. Allahü teâlâya ve Onun Resûlüne karşı edebi takınarak huzûr ile namâz kılanlar, bu mertebelere yükseldiklerini anlarlar. Allahü teâlâ ve Onun Peygamberi, bu ümmete merhamet ederek, büyük ihsânda bulunmuşlar, namâz kılmağı farz etmişlerdir. Bunun için Rabbimize hamd ve şükr olsun! Onun sevgili Peygamberine salevât ve tehıyyât ve düâlar ederiz! Namâz kılarken hâsıl olan safâ ve huzûr şaşılacak şeydir. Üstâdım [Mazher-i Cân-ı Cânân] buyurdu ki, (Namâz kılarken, Allahü teâlâyı görmek mümkin değil ise de, görür gibi bir hâl hâsıl olmakdadır). Bu hâlin hâsıl olduğunu tesavvuf büyükleri sözbirliği ile bildirmişlerdir. İslâmiyyetin başlangıcında namâz Kudüse karşı kılınırdı. Beyt-ül-mukaddese karşı kılmağı bırakıp, İbrâhîm aleyhisselâmın kıblesine dönmek emr olunduğu zemân, Medînedeki yehûdîler kızdılar. (Beyt-ül-mukaddese karşı kılmış olduğunuz namâzlar ne olacak?) dediler. Bekara sûresinin 143. cü âyet-i kerîmesi gelerek, (Allahü teâlâ îmânlarınızı zâyı' eylemez!) meâlinde buyuruldu. Namâzların karşılıksız kalmıyacakları bildirildi. Namâz, îmân kelimesi ile bildirildi. Bundan anlaşılıyor ki, namâzı sünnete uygun olarak kılmamak, îmânı zâyı' etmek olur. Resûlullah efendimiz "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem", (Gözümün nûru ve lezzeti namâzdadır)buyurdu. Bu hadîs-i şerîf, (Allahü teâlâ namâzda zuhûr ediyor, müşâhede olunuyor. Böylece gözüme râhatlık geliyor) demekdir. Bir hadîs-i şerîfde, (Yâ Bilâl "radıyallahü teâlâ anh"!Beni râhatlandır!) buyuruldu ki, (Ey Bilâl! Ezân okuyarak ve namâzın ikâmetini söyliyerek, beni râhata kavuşdur) demekdir. Namâzdan başka bir şeyde râhatlık arıyan bir kimse, makbûl değildir. Namâzı zâyı' eden, elden kaçıran, başka din işlerini dahâ çok kaçırır.   

14 Haziran 2012 Perşembe

MİRAC GECESİ..



Mirac, merdiven demektir. Resulullah efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir. Recebin 27. gecesidir. İsra suresinin ilk âyet-i kerimesinde, Mirac bildirilmektedir.

Mutezile fırkası, Resulullah efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş, “Miracı kabul etmek, Allah’a mekan ittihaz etmek olur” diyerek Miracı inkâr etmiştir. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa ile Tur dağında konuşmuştur. Tur dağı Allahü teâlânın mekanı mıdır? Elbette değildir. Cennete giren müminler de Allahü teâlâyı görecektir. Cennet de Allahü teâlânın mekanı değildir. Allahü teâlâ mekandan münezzehtir.

Kavl-ül-fasl kitabında deniyor ki:
İsra suresinin ilk âyetinde, Allahü teâlâ, kudret ve azametinden nice acayip işlerden bazılarını göstermek için, Muhammed aleyhisselamı, Mekke'den Kudüs'e götürdüğünü bildiriyor. İsra kelimesi, rüya için kullanılmaz. Uyanık iken, gece yürümek manasına kullanılır. (Sana[Miracda] gösterdiğimiz temaşayı insanlar için bir fitne kıldık)âyetindeki fitne, imtihan demektir. İmtihan ise uyanıkken olur. Peygamber efendimizin anlattığı rüya olsaydı, hiç kimse tuhaf karşılamazdı. Hazret-i Ebu Bekir tasdik edip, yüksek derecelere kavuşmazdı. Resulullahın, Mekke'den Kudüs'e götürüldüğüne inanmayan kâfir olur. Göklere ve bilinmeyen yerlere götürüldüğüne inanmayan sapık olur. (Bahr)

Birkaç saniyede Mekke'den Kudüs'e götüren Allahü teâlâ, neden daha uzaklara götüremesin? Allah’ın kudretinden ancak kâfirler şüphe eder.

13 Haziran 2012 Çarşamba

YALNIZ ALLAHÜTEALA'DAN KORKMALI....





Allah'tan korkan ve her işinde Allah'ın rızasını gözeten, hiç üzülmesin! Ama hesabını kitabını, başkalarına göre yaparsa, sonunda bir gün onlar onun başına bela olur. Büyüklerimiz, nasihat isteyen bir devlet adamına, (Siz Allah'tan korkun! Şundan bundan korkmayın! Çünkü Allah'tan korkarsanız, onlar size saygı duyar. Eğer Allah'tan korkmazsanız, o zaman sizi saymazlar. İş Allah'tan korkmaya bağlıdır) diyerek şunu anlatır:

Mübarek bir zat, köydeki bir türbeye gider, oranın halkı der ki:

- Aman yaklaşma, sakın türbeye girme!

- Niye, ne var?

- Orada büyük büyük yılanlar var, ziyaretçileri sokuyor, sağ çıkan olmuyor.

- Ben yılanlara ne yaptım ki beni soksunlar?

Türbeye girer. Ziyaretini yapar. Uykusu geldiği için yatıp orada uyur. O yılanlar, nergis dallarını sallayıp gölgelik yaparlar. Köylüler toplanır, o kişinin buradan nasıl çıkacağını merak ederler. O zat, uyandıktan sonra, kalkıp dışarı çıkar. Köylüler ona derler ki:

- Buradan kimse sağ çıkmazdı. Nasıl oldu bu iş?

- Ben Allah'tan korkarım, yılandan değil. Yılan, Allah'tan korkana dokunmaz. Allah'tan korkmayıp başkalarından korkanı, yılan da sokar, çıyan da...

Allah'ı unutmamalı, hep Allah demeli. Son nefeste herkes bu kelimeye muhtaçtır. Allah diyen, imanla gider. Para diyenin sonu felaket olur. Para olmalı, ama gönlümüzde değil, cebimizde olmalı. Para, istiflemek için değil, kullanmak içindir. Nerede kullanılır? Âhiret yolunda kullanmalı. Zekât, sadaka vermeli, İslamiyet'in yayılması ve çoluk çocuğun nafakası için harcamalı. Kullanılmayan para vebaldir ve âhirette azap vesilesidir. Bu dünya hayaldir. Er geç, herkes göçecektir, onun için fırsatı kaçırmamalı. Cenab-ı Hak paranın kullanıldığı yere bakar. Kendi rızasına uygun olarak ne kadar çok kullanıldıysa, o kadar çok arttırır. Parayı hayırda kullanan kazanır.

Asıl hayat, âhiret hayatıdır. Orada Cennetten ve Cehennemden başka yer yoktur. Bu yüzden, ölüm ve sonrasını düşünmeyen, buna hazırlanmayan ahmaktır. Dünyada ve âhirette sıkıntı verecek şeylerden vazgeçmeli, dinimize uyup, Cenneti kazanmaya çalışmalı. Başkalarının da bu nimete kavuşması için uğraşmalı, her şeyi Allah için yapmalı.
 

11 Haziran 2012 Pazartesi

ALLAHÜTEALA'YA TEVEKKÜL...




Mâlik bin Dînâr "rahmetullahi aleyh" hazretleri anlatır:
 
Hacca gitmek üzere yola çıktım. Çölde giderken ağzında bir parça ekmek olan bir karga gördüm. Bunda bir iş var, deyip takip ettim. Bir mağara önünde durdu. İçeri girdi. Ben de öyle yaptım. İçeride elleri ayakları bağlı sırt üzerine yatmış birisi vardı. Karga getirdiği ekmekten parça parça gagasıyla onun ağzına veriyordu. Daha sonra uçup gitti. Bir daha da dönmedi. Adama bu ne hal, dedim. O da; "Hacca gidiyordum. Hırsızlar yolumuzu kesti ve bütün malımızı aldılar sonra gördüğünüz gibi bağladılar ve bu mağaraya attılar. Beş gün aç susuz bu halde kaldım. Sonra Rabbime duâ ettim. Bana bu kargayı gönderdi. Her gün yedirip içiriyordu." dedi. Sonra adamcağızın bağlarını çözdüm. Yola koyulduk. Yolda çok susadık. Yanımızda su yoktu. Çölde bir kuyu gördük. Orada ceylanlar vardı. Allahü teâlâya hamd ettik ve işte bir kuyu bulduk diye sevindik. Yaklaşınca, bu sırada kuyunun suyu dibe çöktü. Ceylanlar da uzaklaştılar. Yanımızda ip ve kova yoktu. Biz; "Yâ Rabbî! Ceylanlara ihsan ettin. Biz yüz zira' uzunluğunda ipe ve kovaya muhtacız." dedik. O zaman bir ses duyuldu; "Ey Mâlik! Ceylanlar bize tevekkül etmiştir. Biz onları sularız. Siz ise ipe ve kovaya tevekkül etmişsiniz. Siz de onunla su içersiniz"buyuruldu.   

10 Haziran 2012 Pazar

YEMEK YEMENİN ADABI....




İnsanlar bu dünyaya sadece yemek içmek eğlenmek için gelmedi. Bizim başka vazifelerimiz ve üstün meziyetlerimiz var... 
İnsan ömrünü yatmakla geçiremez, hayvanlardan farklıyız ve farklı olduğumuzu bilmeliyiz. 
Ahmaklar yemek için yaşar. Akıllı ise yaşamak için yer... 
Tamam yenmeden yaşanmaz. Lakin geriye bir soru daha kalıyor: 
-Niçin yaşıyoruz? 
Bunun cevabını ancak bir mümin verebilir: “Rabbime itaat ve ibadet için!..” 
Cenab-ı Hak, hadis-i kudside buyuruyor ki: “Ey kullarım bütün her şeyi sizin için yarattım. Sizi de kendim için yarattım. (Yerde ve gökte ne varsa bize hizmet ediyor. Güneş bizim için doğuyor, batıyor. Bulutlar bizim için su topluyor. Toprak bizim için yeşeriyor. Hayvanlar bizim için otluyor. Ağaçlar bizim için çiçek açıyor, meyve veriyor.) Eğer sizin için yarattığım nimetler beni unutturuyorsa bunlar size nimet değil musibettir.” 
Güzel evlerde oturan, güzel arabalara binen, bir eli yağda bir eli balda yaşayanların kendilerine iyilik ettiği sanılıyor. Eğer ahretini de kazandıysa helal-i hoş olsun ama üç günlük dünyasını mamur, ahiretini berbat etmişse kendine kötülük yapıyor. 
Sonu ateş olan bir hayat ne kadar keyifli olabilir ki? 

YEMEĞİN FARZLARI 
Bir adam İbn-i Sirin hazretlerine gelir ve der ki: “Efendim bana ibadet adabını öğretir misiniz?” 
O da ona sorar: “Sen yemek yemenin adabını biliyor musun?” 
-Hayır. 
-Desene hayvanlar gibi yeyip içiyormuşsun. Sen önce yeme içme adabını öğren, daha sonra gel ben sana ibadet adabını öğretirim. 
Yemeğin iki farzı vardır: Birincisi helâl lokma, ikincisi bu nimetlerin bize Rabbimizden geldiğini bilmektir. 
Böyle düşünürsek yemeklerden bir başka zevk alırız. Şöyle ki; bir adam bize elma getirse, dese ki: “Bunu Vali Bey gönderdi.” Ne kadar seviniriz. O elmanın tadına doyulmaz. Vali Bey beni hatırlamış, elma yollamış deriz. 
Rabbimiz o elmayı bizim için yaratmış ve göndermiştir. 
Abdullah ibn-i Abbas buyuruyor ki: “İnsanlar rızıklarından niye bu kadar endişe eder? Halbuki hiçbir meyve yoktur ki daha çiçek halindeyken kime kısmet olacağı üzerine yazılı olmasın. Hiçbir balık yoktur ki sırtında kime kısmet olacağı yazılı olmasın!..” 
Yemeğin sünnetlerine gelelim... Önce elimizi yıkayacağız, malum paralar, kapı kolları, klavyeler felaket mikrop barındırıyor. Bunlardan arınmalıyız... 
Sofraya edebli oturacağız. İbadet niyetiyle yiyeceğiz: “Ya Rabbi bu gücü, kuvveti çoluk çocuğuma helal rızk kazanmak için harcayacak ve sana ibadette kullanacağım.” 
Az yiyiceğiz, doymadan kalkacağız. Hastalıkların anası soğuktur, babası da çok yemek... Çok yiyenin midesi, bağırsağı, kalbi, ciğeri daha fazla çalışır, çabuk yıpranır... 

YAVAŞÇA SAKİNCE... 
Lokmalarımızı iyi çiğneyecek, acele etmeyeceğiz. Bir lokma bitmeden öbürüne uzanmayacağız. Peş peşe yemek sıhhatimize de zararlı. 
Elimizle yersek (ki sünnettir) üç parmakla yiyeceğiz. İki el gerekmiyorsa sağ el ile yiyeceğiz... 
Suyu üç nefeste içeceğiz. Her nefese besmele ile başlayacak, sonunda hamd edeceğiz. Bu su acı ve tuzlu da olabilirdi, kıymetini bileceğiz. 
Ortaya konan çorbayı ya da pilavı önümüzden yiyeceğiz çünkü her tarafı bir. Ama farklı şeyler varsa başka taraftan da alabiliriz. Mesela meyve tabağı geldi, istediğini seçebilirsin . 
Efendimiz hiçbir taam hakkında menfi konuşmadı. Yok bu tuzluymuş, bu az pişmiş, asla zemmetmeyeceğiz! 
Çok sıcak ve çok soğuk yemeyeceğiz. Sıcak ise üflemeyeceğiz... Hurma zeytin gibi taneli şeylerin tek olmasına dikkat edeceğiz... Tuzla başlayacağız, tuz bulamazsak ekmek içindeki tuza da niyet edebiliriz... Önümüze bakacağız, başkasının lokması ile ilgilenmeyeceğiz... Misafire çok ısrar etmeyeceğiz. 
Ve elbette sonunda Rabbimize hamd edeceğiz, şükredeceğiz... 


M.SAİD ARVAS.

8 Haziran 2012 Cuma

NİLCEBİRSEYLERDEN RUH-İ REVANA...

Arkadaşlar bloğumun ismini değiştirdim.Yeni ismimle paylaşımlarıma devam edeceğim hepinize sevgiler.

HAYIRLI CUMALAR.....





Birgün sarhoşun birisi meyhaneden çıkmış evine giderken zikr sesleri duyuyor. Zikrin ne olduğunu bilmiyor, ses nereden geliyor diye merak edip sesin geldiği yere gidiyor. Pencereden içeriye başını uzatmış. Bakmış ki orada Abdülkadir Geylani hazretlerinin talebeleri bir araya gelmiş zikir yapıyorlar, sohbet ediyorlar, Allahdan bahsediyorlar. O da bakmış, ya Rabbi bunlar ne güzel insanlar demiş ve evine gitmiş, evde de ölmüş. Ertesi gün cenazesini kaldırıyorlar, kabre koyuyorlar. Melekler Cehenneme götüreceğiz diyorlar. Gavs-ı azam hazretleri nereye götürüyorsunuz diyor. Bu adam berbat, bu adamın yeri ancak ateş olur diyorlar. Gavs-ı azam hazretleri başını vermem, vücudunu ne yaparsanız yapın diyor. Çünki o baş, o göz benim talebelerime sevgi ile baktı. Benim talebelerime sevgi ile muhabbetle bakan gözü ateş yakmaz. Başını vermem ama geri kalanını ne yaparsanız yapın beni alakadar etmez demiş. Demişler ki, ya Gavs olur mu öyle şey, baş bir tarafta vücut bir tarafta olmaz diyorlar. Cenab-ı Hakka arz edin demiş. Ya Rabbi ne yapacağız bu mevtayı demişler. Allahü teala da buyurmuş ki, baş ne tarafta ise vücutta o taraftadır. Dolayısıylakim olduğumuz değil, kiminle olduğumuz önemlidir. Ve kimi sevmek, kimi sevmemek lazım olduğunuda iyi seçmeliyiz. Ahiretde nerede ve kimlerle olmak istiyorsak, buna dünyada karar vermeliyiz.
İNSAN SEVECEĞİ KİMSEYİ İYİ SEÇMELİ, ONA GÖRE SEVMELİDİR.. Baş nerede ise vücut oradadır.
          

7 Haziran 2012 Perşembe

NAMAZA GELENİN FARKI...



Harun Reşid, bir Ramazan günü Behlül'e, akşam namazında camiye gitmesini ve namaza gelen herkesi iftara davet etmesini söyledi.

Akşam oldu, namaz kılındı, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka geldi. Harun Reşid şaşırdı:
- Akşam camiye bu kadar insan mı geldi?

Behlül cevap verdi:
- Siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu ve daha başka şeyler sordum. Onları da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen bu kadarmış.

6 Haziran 2012 Çarşamba

ALLAHÜTEALA İÇİN SEV.....





Muhammed Ma’sûm-i Fârûkî “rahmetullahi aleyh” hazretleri buyurdular ki; 
 
Allahü teâlâyı seviyorum diyen kimsenin, Peygamber  efendimizi, eshâbının hepsini ve onların yolunda giden İslâm âlimlerini sevmesi ve bunlara benzemeye çalışması lâzımdır.
 
Hadîs-i şerîfte buyuruldu ki: Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma; “Benim için ne işledin.” diye sordukda; “Yâ Rabbî! Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim. İsmini çok zikrettim.” deyince; “Yâ Mûsâ, namazların sana burhândır. Oruçların Cehennem’den siperdir. Zekât kıyâmet gününün sıcaklığından koruyan gölgedir. İsmimi söylemen de, kabir ve kıyâmet karanlığında seni aydınlatan nûrdur. Ya’nî bunların fâideleri hep sanadır. Benim için ne yaptın?” buyurdukda, Mûsâ (aleyhisselâm); “Yâ Rabbî! Senin için olan ameli bana bildir!” diye yalvardı. Cenâb-ı Hak: “Yâ Mûsâ! Dostlarımı benim için sevdin mi ve düşmanlarıma benim için düşmanlık ettin mi?” buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm da, Allah için amelin, “Hubb-i fillâh” ve  “Buğd-i fillâh” olduğunu anladı.                                 

5 Haziran 2012 Salı

SABIR...




Sabır; dert ve elemi şikâyet etmemektir. Üç şeye sabreden, büyük derece kazanır:
 
1- Herhangi bir belaya sabretmenin 300 sevabı vardır. Belaya çare, deva aramak, duâ etmek, sabır sevabını azaltmaz.

2- İslâm bilgilerini öğrenirken zahmet çekmeye ve ibâdetleri yapmaya sabretmeye, Cennette 600 derece verilir.

3- Günah işlememek için sabretmek. Nefsin arzularına sabretmenin 700 derecesi vardır. Musibet için de her nefesi için ayrı bir derece ve sevap alır. Malın, evlâdın gitmesi büyük musibet olup, Allahü teâlâ;“Bunlara sabredenleri, terazi başına getirmeye hayâ ederim.” buyuruyor.        
 
 
İslâm Ahlâkı : 260  

3 Haziran 2012 Pazar

GÜN BATIMI...




Çocukken gün battı mı, bir köşede ağlardım;

Nihayet döne döne aynı noktaya vardım.

nfk

2 Haziran 2012 Cumartesi

AYAK SESLERİ....




Hep bu ayak sesleri, hep bu ayak sesleri,

Dolaşıyor dışarıda, gün batışından beri.

Bu sesler dokunuyor en ağrıyan yerime,

Bir eski çıban gibi işliyor içerime.

Ey şimdi kara haber gibi bana yaklaşan,

Sonra saadet olup yanımdan uzaklaşan

Sesler, ayak sesleri, kesilmez çıtırdılar!

Bana gelen müjdeyi galiba caydırdılar.

Böyle adım atarlar, ayrılanlar eşinden,

Böyle yürür, gidenler, bir tabutun peşinden.

Kimsesiz gecelerim, bu kesik sesle doldu,

Artık, atan kalbim de bir ayak sesi oldu.

Bir gün, sönük göğsüme düştüğü vakit başım,

Benden ayrılıyormuş gibi bir can yoldaşım,

Gittikçe uzaklaşan bu sesi duya duya,

Yavaşça dalacağım o kalkılmaz uykuya…

NFK