Osmanlılar zamanında ihtiyar bir demirci, çırağının devamlı her şeyden şikâyet etmesinden bıkmıştı. Ona kalıcı bir ders vermeyi düşünen usta, bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, ihtiyar güngörmüş demirçi ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, üşenmeden ihtiyar ustasının söylediğini yaptı ama içer içmez de yüzünü buruşturarak ağzındakileri tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran ihtiyara öfkeyle:
"Berbat! çok acı..." diye cevap verdi.
Güngörmüş tecrübeli demirci içinden gülerek çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye cevap verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye sordu ihtiyar demirci.
"Hayır" diye cevapladı çırağı.
Bunun üzerine güngörmüş ihtiyar demirci, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi:
"Hayattaki ıstıraplar, elemler, kederler şu gördüğün tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. İnsanı üzen dert, bela ve musibetlerin, ıstırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu insanı rahatsız eden ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Kederin, üzüntün, ıstırabın olduğunda yapman lazım gelen tek şey acı-ıstırap veren şeyle alakalı hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."
"Rabbim kimseye taşıyamayacağı yük yüklememiştir. Biz o yükleri sızlana sızlana taşıdığımızdan hep ağır gelmiştir ve hep daha da sızlanmışızdır. Oysa ibretle baktığımızda şu fani dünyaya, neden dert ederiz ki?"
Allahü teala bizi, sizi ve bütün sevdiklerimizi sabırlı kullarından eylesin...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder