6 Temmuz 2013 Cumartesi

EDEN KENDİNE EDER...



Vaktiyle Bağdat’ta kıtlık olur. Açlıktan mecalsiz kalan bir fakir, içeriden ekmek kokusu gelen bir evin kapısını çalar;
"Günlerdir ağzıma bir lokma girmedi. Allah rızası için bir ekmek verin" diye adeta yalvarır. Tandırda ekmek pişirmekte olan kadıncağız, fakirin bu yalvarışı üzerine dayanamaz, kızına;

"Al şu ekmeği, kapıdaki fakire veriver" der. Kızcağız, tandırdan yeni çıkan ekmeği fakir gence verir. Fakir, sevincinden ne yapacağını bilemez ve dua ederek hemen evinin yolunu tutar. O sırada karşısına birisi çıkar;

"O ekmeği nereden aldın?" diye sorar. Fakir de, kendisine ekmek verilen evi tarif ederek yoluna devam eder. Adam, ekmek verilen evin kendi evi olduğunu anlayınca, çok öfkelenir ve "böyle zamanda kimin evinde ekmek olabilir ki" diye söylenerek hışımla evine girer;

"O ekmeği, fakire kim verdi?" diye şiddetle bağırır. Kadıncağız korkudan, kızına bir şey yapmaz düşüncesiyle, biricik evladını işaret eder. Nankörlük ve cimrilik içine işlemiş olan adam, eline geçirdiği bir sopa ile, kızının ekmek veren eline öyle bir vurur ki, kızcağızın eli felç olur. Öfkeyle;

"Ben herkese ekmek versem, bu evde ekmek mi kalır!?" diye de bağırır, söver, sayar...

Aradan seneler geçer. Elindeki nimete şükretmeyen adamın işleri bozulur. Nesi varsa satar fakat kendini iflastan kurtaramaz. Bu arada sıhhati bozulur, çalışamayacak hale gelir ve bir lokmaya muhtaç olur. Bir gün kızına;

"Benim çalışacak ve dışarı çıkacak halim yok. Dışarı çık birisinden ekmek veya bir ekmek parası iste. Benden ümidi kesin" der. Ömründe dilenmemiş, kimseden bir şey istememiş olan iffetli kızcağız, utana, sıkıla çarşıya iner. Bir kenara çekilir ve beklemeye başlar. Uzun müddet kızcağızın orada beklediğini gören genç bir esnaf, yanına gelir;

"Sen masum birine benziyorsun. Burada mahcup bir halde kimi veya neyi bekliyorsun?" diye sorar. Kızcağız;

"Ekmeğimiz de, alacak paramız da yok. Bir tanıdık rast gelirse ekmek parası isteyeceğim" der. O esnaf, hemen elini cebine atar, hatırı sayılır bir para çıkartıp kızcağıza uzatır;

"Bunlarla istediğin kadar ekmek alabilirsin. Böylece, Rabbimin bana ihsan ettiği nimetin şükrünü ödemiş olurum" der. 

Kızcağız, parayı alırken elinin birini saklar. Bu hal genç esnafın dikkatini çeker;

"Elinde bir rahatsızlık varsa, seni doktora götüreyim, tedavi ettireyim. Daha önce çok fakirdim, yiyecek bir lokma ekmeğe muhtaç idim. Rabbim bana çok ihsanda bulundu, zengin oldum. Rabbimin bu ihsanına karşı, şükür olarak Onun kullarına yardım etmek istiyorum. Saklama derdin ne ise söyle sana yardım edeyim..."

Kızcağız utana, sıkıla başından geçenleri anlatır. Fakire verdiği ekmek sebebiyle babasının eline sopa ile vurduğunu ve bu sebeple sakat kalıp evlenemediğini de anlatır. Kızcağızdan bunları işiten genç esnaf, hemen komşularını çağırır ve;

"Komşular, bu kızcağızın elinin sakat kalmasına ben sebep olmuşum. Çünkü o ekmeği isteyen bendim. Elinin sakat kalmasına sebep olup da bu halde bırakmak, insanlığa sığmaz ve Allahü teâlâ da razı olmaz. Bu kızcağızın babası, elindeki nimete şükretmediği için, Allahü teâlâ onun dükkanını elinden alıp bana nasip etti. Şimdi imtihan sırası bende. Ben de aynı nankörlüğe düşmek istemem" der ve kızcağızı babasından istetip evlenir. Böylece kızcağızı ve ailesini sıkıntıdan kurtardığı gibi, Allahü teâlânın ihsanlarına da şükreder...
    Şükür; Verilen nimetleri yerli yerinde kullanmak, görülen iyiliğe karşı teşekkür etmek, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymak manasına gelir. 
    İyilik edene, mal ve hizmetle karşılığı yapılır. Bunu yapamayan, teşekkür ve dua eder. Çünkü, iyiliğe karşı iyilik yapmak insanlık vazifesidir. Hadis-i şerifte;"İnsanlara teşekkür etmeyen, Allahü teâlâya şükretmiş olmaz" buyurulmuştur.


 

Hiç yorum yok: